
“Yiğitler çıktı meydane, hepsi birbirinden merdane…”
Teşbihte hata olmaz, siyaset meydanı da bir tür er meydanıdır. Kimi zaman altta kalır, kimi zaman üste çıkarsın. Tosun Paşa gibi de ballı değilsen işin kolay değildir. Suphi’nin aksine rakipler genellikle bilerek yenilmezler. Ancak güçlü olan kazanır.
Siyasi müsabakanın, ata sporumuz ile bu benzerliğinin belki de en göze çarptığı alan münazaralardır. Hani, Türkiye’de yıllardır hasret kaldığımız ve en son 2019’da İmamoğlu/Yıldırım buluşması ile anımsar olduğumuz hadise.
İki hafta sonra Birleşik Krallık sandık başına gidiyor. Anketlere bakılırsa, 14 yıldır aralıksız devam eden Muhafazakar Parti hükumetlerinden sonra ilk kez İşçi Partisi iktidara geleceğe benziyor. Tabi seçim yaklaşırken, Batı demokrasilerinde mutat olduğu üzere, liderler canlı televizyon yayınlarda karşı karşıya geliyor, vatandaşın ve basının sorularını yanıtlıyor, fikirlerini yarıştırıyorlar.
Bu vesileyle denk geldiğim Rishi Sunak (Birleşik Krallık Başbakanı, Muhafazakar Parti) ve Keir Starmer (Ana Muhalefet Lideri, İşçi Partisi) münazarasını doğrusu hayretle izledim. Münazara denince ilk akla gelen ABD örneklerinden ve bizim memleketteki eski emsaller ve yeni denemelerden farklarını oldukça düşündürücü buldum.
Bir milletin siyasilerinin uygarca tartışıp tartışamadığı ve şayet o ilk eşik atlanmış ise nasıl münazara ettiği, o milletin oluşu ve yaşayışı hakkında bizlere önemli ipuçları verebilir. Gelin bu maksatla, siyasi münazaralara kısa bir panoramik bakış atalım. Bunun için en güncel örnek İngiltere ile başlayalım.
Dünyanın En Kısa Kitaplarında Yeni Çıkanlar: Zevkli İngiliz Münazaraları
Denir ki dünyanın en kısa 4 kitabı; leziz İngiliz tarifleri, seçilmiş Alman esprileri, Güney Amerika demokrasi tarihi ve Fransız savaş kahramanlıklarına ilişkindir. Oysa Sunak/Starmer münazarası bana gösterdi ki, “seyri zevkli İngiliz münazaraları“ o parmak ısırtan (!) scone’ların hemen yanına eklenebilir. Nasıl mı?
Sıkıcı Tartışma: Liderleri uzun süre dikkatle dinlemek güç. Ülkelerinin öncü hatiplerinden oldukları söylenemez. Oysa Amerika ya da teknokrat başbakan Nihat Erim’in ifadesiyle memleketimiz “Küçük Amerika“ öyle mi? Siyasetlerini beğenirsiniz beğenmezsiniz, Trump da Erdoğan da kendini sonuna kadar dinleten liderlerdir. Bu isimlerin konuşmalarını kesip biçip arkasına müzik koyulan videoların internette milyonlarca kez izlendiğini unutmamalı. Ayrıca sıkıcı olan tek şey liderlerin konuşması değil. Seçim sloganları ve manifestoları da aynı şekilde. Sunak’ın söylemi “beni ve icraatlarımı biliyorsunuz, bilinmeze karşı bildiğinizi seçin“. Starmer ise buna kuru denebilecek bir değişim iddiası ile karşılık veriyor. Velhasıl “Make America Great Again“ ya da “Her Şey Çok Güzel Olacak“ dengi bir söylem pek yok. Bir de lider profillerine bakalım. Starmer, Oxford mezunu eski bir avukat. Sunak da aynı okuldan mezun bir yatırım bankacısı. Nerede bir Hollywood yıldızı, bir şair, bir çılgın milyarder ya da dini tedrisatlı bir amatör futbolcu? Ara ki bulasın...
Meseleler Masada: Vaşington ya da Ankara izleyicisinin şaşıracağı şekilde, masada kimlikler değil ülke sorunları var. “Moderasyonumu nasıl beğendiğiniz“ diye sormayı akıl edemeyen bir gazeteci ve vatandaşlar hayat pahalılığı, sağlık hizmetlerindeki aksaklıklar ve göç gibi çeşitli konularda sorular soruyor. Liderler ise 45 - 60 saniye içinde bu sorulara az ve öz yanıt vermeye çalışıyor. Kimsenin terörist olduğu, bir diğer lider başa gelirse ülkenin tuzla buz olacağı yok, nedense…
Tüm bunlar bize ne söylüyor, bunu tartmak için iyisi mi aynı dili konuşan, kuzey doğu İskoçya’dan demir alıp Atlas Okyanusu’nu geçince hemen karşıya çıkan topraklardaki güncel bir televizyon tartışması ile karşılaştırma yapalım.
Kırmızı Eyalet Mavi Eyalete Karşı: “Büyük Türkiye”den Bir Tartışma
2017 - 2021 Trump yönetimi ile ABD’deki zıtlık ve ihtilafların daha da görünür hale geldiğinden bahsedilir. Cingöz Amerikan televizyoncuları da Bakkal Amca şarkısı misali “+Çatışma var mı? -Var var. +Dövüş var mı? -Var var. +Ne duruyorsun? Program yapsana…“ demiş olacak ki, filmi çekip adına da “Kırmızı Eyalet Mavi Eyalete Karşı Münazarası“ demişler. Programın ana fikri, California Valisi Gavin Newsom (Demokrat) ile Florida Valisi Ron DeSantis’i (Cumhuriyetçi) karşı karşıya getirerek ülkenin derin fay hatları üzerinde bu iki siyasiyi tepiştirmek. Maksat da hasıl olmuş elbette. Tartışmadan çıkan manşetler, emekli Vaşington büyükelçimiz ve şimdi CHP İstanbul Milletvekili Namık Tan’ın tespitlerini doğrular nitelikte: “Gelin görün ki, geride bıraktığımız yıllarda, olaylar tam tersi bir gelişmeyi tetikledi ve ‘Türkiye küçük Amerika olacak’ derken, ‘Amerika büyük Türkiye olma’ yolunda hızla yol almaya başladı.” Şöyle ki:
Işık, Kamera ve Motor: Her iki vali de aslında orta vadede ABD başkanlığına oynuyor. Nitekim valiler birbirlerini buradan da vurmaya çalışıyorlar. Olur da yarın kendi eyaletlerinde rakipleri - Murat Kurum gibi - “Sadece California/Florida“ sloganları ile karşı kampanyalar yürütmeye başlarsa, şaşırmamalı. Neticede valiler, potansiyel selefleri aktör başkan Ronald Reagan ile somutlaşan sahne performansının hakkını vermişler. Konuşmalardaki (daha doğrusu sataşmalardaki) vurgular ve görüntüler Birleşik Krallık örneğinden seyir anlamında kesinlikle üstün. Hatipler yer yer birbirlerinin sözünü keserek teatral bir adapla öne çıkmaya çabalıyorlar.
Kimlik Kavgası: Valiler yurttaşın somut dertlerine nasıl derman bulunacağını konuşmaktan çok, üzerine bin sene konuşulsa bir hayır çıkmayacak dedirtecek keskin kültür ve kimlik çatışmaları içinde debeleniyorlar. Newsom, DeSantis’i sansürcülükle, kadın düşmanlığıyla itham ederken DeSantis mevkidaşını komünist Çin yanlısı olmakla, “sol ideolojilerle beyin yıkamakla” suçluyor. Kürtaj ya da LGBT+ politikaları gibi hassas kültür savaşı sahalarına çıkılıyor. Buralarda da bir makul nasıl bulunur diye tartışılmıyor. Herkes kendi ezber sloganlarını atıp izleyiciye selam verip çekiliyor. Anlayacağınız, programa çok az yerelleştirme müdahalesi ile Türkçe alt yazılar eklesek TRT izleyicisi yayını hiç yadırgamaz, kendinden bilir: “DeSantis demokrasimizin kalesi California’ya vali olsa kadınlarımız sokağa çıkamaz“ ya da “NewSom, Çin bayrağını California’da göklere çekerek ne yapmak, nereye varmak istemektedir?“
Neticede Dil Aynı Ama Konuşulanlar Çok Farklı
Birleşik Krallık ve ABD münazaraları arasındaki farklar bu iki ülkenin siyaset kültürleri üzerine çok şey söylüyor. İngiliz münazarasında “sıkıcılık” diye tabir ettiğim sıradanlık/sakinlik kanaatimce bir oturmuşluğa işaret ediyor. Muhafazakarlar da kazansa İşçiler de başa gelse kıyamet kopmayacak belli ki. Sistem, bir şekilde varlığını sürdürecek. Bir diğer önemli gerçek olarak, kültürel/kökensel farklar ana akım siyasetinin birincil eksenini oluşturmuyor. Bu sayede liderler somut sorunları ve çözüm yöntemlerini tartışıyorlar.
Florida/California münazarasının gösterdiği ABD siyaseti ise bundan başka. Polemikten beslenen, kutuplaşmış, kavga eden bir politika izliyoruz. Bunun altında tarihe yaygın ayrılık ve çatışmalar yatıyor kuşkusuz. Ancak buna ek olarak, siyaseti bir devlet televizyonu ciddiyeti içinde tartıştırılan bir konu değil, izlenme oranı kovalayan ve dolayısıyla kendini izlettirmesi için türlü numaralar yapılması gereken bir eğlence içeriği olarak görmek (daha doğrusu böyle tüketmek) eğilimi de bunda pay sahibi olsa gerek.
Ya Türkiye?
Bu soruya, Atilla İlhan’ın “Hangi“ serisinden ilhamla “Hangi Türkiye?“ sorusu ile yanıt vermek gerekir diye düşünüyorum. Zira ilk olarak hangi Türk siyasi münazarasından (ya da yokluğundan) konuştuğumuzu saptamalı.
Eski Türkiye’nin siyasi nezaketi fevkalade yüksek, kanayan sorunlara dair en uç fikirlerin dahi TRT’de tartışabildiği, öte yandan ülkenin genç yaşını gözler önüne serer nitelikte “biz kimiz ve nereye gidiyoruz“ sorularının dahi hala yanıt beklediğini gösterir toplantılar mı?
Ya da oldukça uzun bir aradan sonra iki rakip politikacıyı bir araya getiren ancak İmamoğlu’nun heyecanı/stresi, Yıldırım’ın donuk anlatımları ve Küçükkaya’nın veremediği moderatörlük sınavı içinde güme giden münazara denemesi mi?
Yoksa yakın dönemli birçok siyasi gelişmenin temkinli bir iyimserlikle müjdelediği yepyeni Türkiye’de yapılabilecek münazaralar mı?
Eski Türkiye açık oturumlarının, zamane İngiliz ve Amerikan münazaralarına üstün gelen birçok yönünden bahsetmek mümkün. Umalım (ve uğruna çabalayalım ki) yepyeni Türkiye’nin münazaraları geçmişin iyi yönlerini şimdiki zamanın gerekleri ile harmanlasın…