


“Ne yazık etti kendine…“ Gündelik olaylar için çokça kullanırız bu deyimi. Bir ilişki, bir yatırım kararı ya da iş hayatında atılmayan bir adım için… Düşününce, hepi topu iki kelimelik bu tabir, nice sırlar barındırır içinde. Bu yönüyle, her deyim gibi, yüz yıllar içerisinde nesillerin edindiği tecrübelerin damıtılmış halidir. Bir yudum bilgeliktir…
Yazık etmek, bir açıdan, boşa giden bir potansiyeli ifade eder. Değerlendirilse idi meyve vermiş olacak fırsatları… Bu bakımdan, demin sır dedim ya, bana “kelebek etkisi”, “çoklu evren“ gibi kavramları çağrıştırır. Doğrusal olduğunu kabul ettiğimiz zamanda “t anına geri gidilse ve t+1 anında öyle değil de şöyle yapılmış olsa idi” önermesinin açtığı dehlizler, bizi zamanın doğrusallığını sorgulamaya, paralel zamanların/gerçeklerin varlığını düşünmeye cezbedebilir.
İnsan hayatında birçok kez belirebilecek “öyle yapmamış olsaydım ne olurdu?“ sorusunun sorulabileceği pek çok hikaye memleket siyasetinde de barınır. Bence bunlar arasında ilgiye en layık olanlarından biri Meral Akşener’in siyasi liderlik öyküsüdür. Üstelik öykü devam ettiği için yazarın tercihi ile henüz somutlaşmamış sonu üzerine hayal kurmamız da mümkündür.
Öyleyse gelin, Akşener’in “evvel zaman…” değil kısa zaman önce üzerinde oturduğu o büyük potansiyele, doğru bakılmış olsaydı ağacın ne meyveler verebileceğine ve ne olup da bu potansiyelin yitirildiğine bakalım. Akabinde soralım: Akşener yazık etmiş midir? Daha doğrusu, sürüp gitmekte olan bu hikayenin sonu meçhul olduğundan: Yazık edecek midir?
Akşener’in dünü, bugünü ve yarınına ayrı ayrı bakmak, hikayenin hakkını vermek için uygun olur diye düşünüyorum. Yazı dizisinin başlangıcında Akşener neydi ve ne olabilirdi sorularına yanıt arayarak başmalı…
Akşener Neydi ve Ne Olabilirdi?
Asena
“Akşener ne idi“ sorunu yanıtlamak için evvela makarayı ne kadar geri saracağımıza karar vermek lazım. Malum, kendisinin bu hafta 90’lı yıllardaki siyasi cinayetlere dair yaptığı (tabirin tam manasıyla) ne idiği belirsiz açıklamanın da anımsattığı üzere, Akşener on yılları aşkın süredir politikanın içinde biri. Fakat bu vesileyle ele almakta yarar gördüğüm alan, Akşener’in siyasi lider kişiliği. Onun için ise çok değil 2016’ya kadar geri gitmek yeterli.
Akşener’in bir siyasi önder olarak hayatımıza girişi, 2016 Milliyetçi Hareket Partisi Olağanüstü Kongresi (daha doğrusu kongre denemesi) ile oldu. O tarihte Bahçeli MHP’si dümeni AKP’ye doğru kırmıştı. 7 Haziran 2015 seçimlerinde MHP’nin büyük çıkışı ile bütünüyle tezat oluşturacak şekilde Bahçeli seçim gecesi kameraların karşısında çıkıp adeta “oynamaya gönlüm yok“ diyerek AKP haricindeki tüm hükümet olasılıklarını reddetmişti. MHP bu manevranın bedelini Kasım’daki erken seçimlerde sadece 5 ayda yaklaşık 4,5 puan oy kaybedip parlamentoda Kürt milliyetçilerinin gerisinde kalarak ödedi.
Akşener’in en öne çıkan ismi olduğu “MHP’li muhalifler“ hareketi işte bu karara tepki olarak doğdu. Hedef, partinin yönetimini devralarak partiyi AKP karşısında bir raya oturtup siyasete bu hattan devam etmekti. Antrparantez, İYİP’in (ne kadar bilinçli bir süreç olduğundan emin olamadığım için “geldiği” demeye dilim varmıyor ama) “vardığı” yeri düşününce, onca merhaleden geçildikten sonra bu hareketin özüne rücu eder görünmesi çok dikkate değer kanımca. İşte bu dönemdeki Akşener’i iddialı çıkışlarıyla, bir örgüt hareketinin öncüsü, polis barikatlarının önünde baskıya karşı direnen, güçlü bir kadın politikacı olarak hatırlıyoruz.
O gün için Akşener’in temsil ettiği bence en önemli şey bir potansiyeldi. Akşener genel başkanlığındaki bir MHP’nin oyu için kamuoyu araştırmaları %20’de dayanan bir seçmen desteği biçiyordu. Türkiye’nin yıllardır içine sıkıştığı, temeli toplumu yıpratıcı bir kültür savaşı olan siyasette bir çözüm olmak ihtimali ve beklentisi idi, Akşener’i yüz binlerin dilinde “Asena!“ yapan…
Türkiye siyaseti, engellenen MHP kongresini geride bırakan Akşener için, çok değil bir yıl sonra yeni bir mücadele sahnesi yazmıştı. Bu defa Asena’yı başkanlık sistemi halkoylamasında demokrasi tercübemizi (Türkçe’nin gene iki kelimeye sığan büyük anlam gücüyle) “iyi kötü” bu günlere getirmiş parlamenter sistem için mücadele ederken gördük. Akşener’in elinde ne bir parti örgütü vardı ne de hazine destekli bir kasa. Kendisi, siyasi yoldaşları ve destekçilerinin imkanları ile Türkiye’yi dolaşarak seçmeni bu rejim değişikliğine “Hayır“ demeye ikna etmeye çalıştı. Elinde avucunda haklılık ve mağrurluk dışında pek bir şey yoksa da aleyhinde güçlü ve sistematik bir FETÖ propagandası vardı. Daha bugün bile Akşener denince kimilerinin aklına gelen FETÖ istifhamının tohumları iktidar ve onun propaganda aygıtları tarafından o günlerde atılıyordu.
Halkoylaması sınavını da netice itibariyle değilse de mücadele itibariyle veren Akşener için artık bu toplumsal desteği bir parti kimliğinde kurumsallaştırmak gerekti. Bu parti her şeyden önce ismi ile herkesi şaşırttı: “İYİ Parti“. Kim bilir, belki de yeni doğan İYİP zaman zaman kendisinden beklenenden epey farklı atılımlar yapabileceğinin ipucunu daha o zaman vermişti… Akşener’in genel başkanlığındaki İYİ Parti girdiği ilk seçimde %10’a yakın bir oy olarak meclise girdi. Geneli hemen izleyen yerel seçimlerde CHP’ye gene ittifak etmeyi önerdi. Kabul gördü. Parti örgütü sahada ve özellikle İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde CHP’li mevkidaşları ile yakın çalıştı. Sonuç büyük bir değişim umudunun fitilinin yakılması oldu.
Başbakan Meral
Mart 2019 yerel seçimlerinden başlayıp Mayıs 2023 genel seçimleri (o meşhur ifadeyle) sath-ı mailine girinceye kadarki süreç Akşener potansiyelinin günbegün arttığı, parladığı bir dönemdi kanımca:
Siyasi konumlanma açısından Akşener ve liderliğindeki İYİP - birçoklarının gözünde - “zamanında arsa alınacak“ cinsten bir yere oturmuş görünüyordu. Tüm kamuoyu yoklamaları Erdoğan ve AKP’nin desteğinin eridiğini gösteriyordu. Fakat kimi zaman Türkiye’nin en büyük partisi haline gelmeye yüz tuttuğu söylenen o “Kararsızlar Partisi“ seçmenin nereye gideceği belli değildi. İşte bu durumda, “yine yeniden bir merkez sağ parti” fikri Akşener ve İYİP’e kimseye olmadığı kadar yakıştırıldı. Buna göre Türk milliyetçisi, muhafazakarı, seküleri kendini İYİP’te bulabilecekti. Akşener’e Türkiye vizyonu sorulduğunda o, yanıt olarak “Diyarbakır’lı yenge, Rize’li enişte, Rumeli göçmeni yenge, başörtülü kız kardeş ve dövmeli erkek kuzenin bir arada olduğu ve herkesin kolunun uzandığı yerde yemeğe eşit biçimde erişebildiği bir bayram sofrası“ hayalini anlatıyordu.
Siyasi söylem açısından Akşener doğru ve heyecanlandırıcı şeyler söylüyordu. “1908'de istibdada karşı koyan ruh ne ise, Gezi de odur!” diyerek Türk modernleşmesine sahip çıkıyor ve kendini Erdoğan devrini bu modernleşme karşısındaki bir tavır olarak gören geniş toplumsal muhalefetin bir parçası olarak tanımlıyordu. Ekonomiyi hep önde tutuyor “seçmen velinimettir“ diyerek memleketi arşınladığı yurt gezilerinde vatandaştan dinlediği sorun ve şikayetleri siyasetin gündemine taşıyordu.
Siyasi imaj açısından tarzı hakikaten gençti. Beyaz gömlek ve mavi dar kesim kot pantolon ile gençlerle söyleşiyor, bugünün sorunlarını ve yarının vaat ettiklerini konuşuyordu. Gençler de onu “Meral Mommy“ olarak benimsemiş görünüyordu. Ayrıca onu çok kere gülerken görüyorduk. Neşeliydi, kinayeli ve muzip sataşmaları çokçaydı. Bu çıkışlardan aklıma kazınan biri, İmamoğlu’nun ikinci kere İBB başkanlığına seçilmesi üzerine yaptığı tespittir: “AK Parti için o mağrur beste çalıyor. Kış geliyor, yani ‘winter is coming’… (gülüyor)“
Siyasi kadro açısından İYİP tam bir cazibe merkezi haline gelmişti. Partinin vitrini “milliyetçi ağabeyler“ olarak tabir edilegelen Koray Aydın, Ümit Özdağ takımı ile sınırlı kalmak yerine iş dünyasından, eğitimden, eski merkez sağ siyasetten gelen birçok nitelikli, tecrübeli isim ile dolup taştı. Bilge Yılmaz, Bahadır Erdem, Ümit Özlale, Durmuş Yılmaz, Sevinç Atabay, Ece Güner ve daha niceleri… Bu isimlerin İYİP’e katılması her şeyden önemlisi onların Akşener liderliğindeki bu harekette parlak bir gelecek gördüğünü anlatıyordu.
İşte Akşener; üzerinde genç kıyafeti, yanında hem siyasetin kurtları hem de istikbal sahibi teknokratlarla, ağzında vaat ettiği yepyeni Türkiye’ye “Az Kaldı!“ şarkısı ve kendisine biçilen “Erdoğan sonrası merkez sağın yeni başbakanı” beklentisi ile alkışlar eşliğinde bir vapura bindi. Bugünden geriye bakınca, o vapur bana göre bir yere gitmekten çok bir yere vardı. Bu, yolda bir deniz seferine yabancı olmayan birçok hadisenin yaşanması sonucu gerçekleşti: fırtına çıktı, çarpışmalar oldu, mürettebat gemiden atladı, bunlar olurken kaptan da geminin rotasını değiştirdi durdu.
Her hikayede olduğu gibi Akşener’in 2023 genel seçimlerine giden bu yolculuğu bakımından da ilgi çekici yanıtları çağırabilecek soru belki “ne“ değil de “nasıl“… Dolayısıyla sabırsız bir okuyucu gibi kitabın son sayfasına bir hışımla açmadan önce dilerseniz başladığımız üçlemenin bir sonraki yazısında, bu geminin nasıl alabora olduğunun hikayesine bakalım.
İleriye dönük bir kuple vermek gerekirse, alaboranın hikayesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının (veya öykümüzün kahramanı Akşener’in demiyle “13. Cumhurbaşkanı“nın) tespiti süreci ve özellikle Akşener’in “Cumhurbaşkanı adayı değilim, ben başbakanlığa talibim“ çıkışı ile başlıyor…