Türkiye Cumhuriyeti İçin Yeni Bir Gün (II)
Çok kişi olası bir Erdoğan sonrası iktidardan bahsederken bir "restorasyon hükümeti[nden]" söz açıyor. Peki ama restorasyon nedir? Sahi inşaat nedir? Ve belki daha önemlisi, Türkiye'nin şu an hangisine ihtiyacı vardır: Onarım mı, yoksa yapım mı?
Onarım "bir yapının, bir heykelin, bir resmin bozulmuş yerlerini yeniden yapma, ilk durumuna getirme, restore etme" manasına gelir. Yakın uzak, hepi topu üç anlamı vardır. Yapmanın ise tam tamına yirmi... "Ortaya koymak, gerçekleştirmek, oluşturmak, meydana getirmek", "bir şeyi başka bir şey durumuna getirmek", "bir dileği, bir isteği yerine getirmek, uygulamak, ifa etmek" bunlardan yalnızca birkaçı.
Görünen o ki restorasyon hedefe kitli bir faaliyettir. Başı sonu daha belirlidir. Ancak yapım. O kavram adeta sonsuzdur. Yapanın hayal gücüne, sabrına ve şansına bağlıdır.
Muhalefetteki ittifak 28 Şubat'ta büyük sözler verdi. 20 yıllık bir tek parti iktidarı ve istibdadından iyi ders çıkarmış bir tali kurucu iktidar gördük karşımızda. Kimi vaatler onarıcı nitelikteydi. Bunlar arasında bozulan parlamenter demokrasi ve idari örgütlenişi yeniden yapılandırmak da var, kamu personeli alımlarını önceki (liyakat esasına dayalı) durumuna getirmek de.
Fakat mutabakat metninin kapsamı bunlarla sınırlı kalsaydı çok iyi bir metinden bahsediyor olur muyduk emin değilim. Ne var ki bu akıl yürütümüne gerek kalmadı. Metin restorasyon kabına sığmadı, taştı. İttifakın yalnızca onarmak değil, kurmak iradesine de sahip olduğunu bizlere gösterdi. Daha güçlü bir düzen kurmak isteyen bu iktidar taliplilerinin inşa etme sözü verdiği üç önemli başlığa bakalım:
1. Kadın - Erkek Eşitliği
Öncelikle hem şahsen en kayda değer bulduğum hem de Bilkent Otel'deki dinleyicilerden en büyük tezahüratı alan konudan başlayayım: Kadın - erkek eşitliği. Metnin ilgili faslını sunan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Bahadır Erdem 28 Şubat'ta şöyle dedi "toplumun ve yaşamın her alanında, tüm karar alma mekanizmalarında kadın - erkek eşitliğini sağlamak ve kurmak öncelikli bir devlet politikası haline getirilecek, bu konuda yasal ve yapısal gereklilikler sağlanacaktır." Fakat burada yeni olan nedir? Yürürlükteki anayasanın 10(2). maddesine göre zaten "kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. [Ayrıca] devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür." Kaldı ki aynı anayasaya göre yargı da tarafsızdır, cumhurbaşkanı da... Öyleyse muhalefetin önerisi de bir başka temenni hükmünden ibaret olabilir mi? Kanaatimce bu soruyu bir çırpıda evet diye yanıtlamak haksızlık olur. Çünkü vaat edilen anayasa hükmü kadın - erkek eşitliğini gerçekleştirmek için bir yol yöntem ortaya koyarak meseleyi ete kemiğe büründürüyor. Bu yol ise tüm dünyada tartışılagelen kota meselesidir.
Dünyanın en büyük dördüncü ekonomisi ve AB'nin lokomotifi Almanya dahi kotayı ite kaka, yıllar içerisinde ve bazı "ama"lar ile kabul edebildi. Haziran 2021 yılında kanunlaşan düzenlemeye göre Almanya'da en az dört üyeli yönetim kurullarında üyeliklerden birine bir kadının atanmasını zorunludur yeter ki şirket borsaya kote olsun ve çalışanlar şirketin yönetimde eşit söz hakkına sahip olsun.
Muhalefetin bu vizyonu 2023 sonrasında hangi şekli ile anayasada yer alır, şu an kesin olarak kestirmek güç. Ancak eldeki hükümden hareket edersek, düzenleme kotanın "şu veya bu" değil tüm karar alma mekanizmalarında geçerli olacağını öngörüyor. Dolayısıyla bütün ticaret şirketleri, dernek ve vakıflarda zorunlu kadın kotası görmeyi temkinli bir iyimserlikle bekleyebiliriz. Düşünsenize, hâlihazırda üç büyüklerin yönetim kurallarının yalnızca %14'ü kadınlardan oluşuyor. Bu düzenlemeden sonra doğasında ataerkillik yatan spor kulüplerinin bile eşitlikten nasibini aldığını görebiliriz.
Lafın özü, bu çok ciddi ve daha önemlisi cüretkâr bir yasal düzenleme önerisidir. Devletin bazı sosyal gelişmelerin izleyicisi değil tetikleyicisi olabileceğini kabul eden bir yaklaşımdır. Bu anlayış Türk devriminin kendisine de ne kadar uyuyor değil mi? Medeni Kanun'un kabulü cumhuriyetin ilk ve en cüretkâr eşitlikçi adımı değil midir zaten? Türk kadınları seçme ve seçilme hakkını İsviçreli kadınlardan 36, Fransız kadınlardan 11, Belçikalılardan 14 yıl önce elde ettiler. Şimdi ise Real Madrid ve Liverpool sevdalısı hanımlardan evvel cimbomlu, kara kartal fanatiği kadınlarımızın iktidara gelmesi bize çok yakışır doğrusu.
Futbol konunun önemini gölgelemesin. Dünyanın hemen her yerinde ve memleketimizde futbol ve siyaset birbirine çok benzer. Futbol değişirse pek tabi toplum da değişebilir.
Ezcümle cumhuriyetin 100. yılında iktidarı almaya kararlı blokun bu vaadi bize şunu hissettirmeli: Türkiye Cumhuriyeti elbet bir gün muasır medeniyetler arasında yerini alacaktır. Ve bu hedefe doğru olan koşumuz kısa olmayan bir moladan sonra kaldığı yerden devam edecektir!
2. Özerk Üniversite & Hak ve Özgürlük Bilinci
AK Parti'nin ilk dövüştüğü kesimlerden biri üniversitelerdi. O döneme kadarki üniversite idarelerinin tarafsızlığı tartışılabilirdi ancak bağımsızlıkları kesindi. 28 Şubat sonrasında başörtülü öğrencilerin yükseköğretim kurumlarına alınmaması büyük bir toplumsal tepki doğurdu. AK Parti de bu dip dalganın üzerine binerek iktidarını perçinledi. O zamanlar ismi Hizmet Hareketi veya Fetullahçı hareket olan kesim ile iş birliği yapılarak Ergenekon kumpas davası hazırlandı. Birçok dekan, rektör yıllarca tutuklu yargılandı. Rektör atamalarının usulü değiştirildi. ODTÜ'ye, Boğaziçi Üniversitesi'ne ve daha nicelerine kayyum rektörler atandı. Bu süreçte dünya çapında rekabet eden eğitim kurumlarımız sıralamalarda geriledi.
Muhalefet sorunu görüyor ve çareyi şöyle açıklıyor: 12 Eylül kurumu olan YÖK lağvedilecek. Üniversitelerde öz yönetim esas olacak. Rektörleri de yürütme değil üniversiteler bizzat seçecek. Bu çare bir penisilin icadı değil kuşkusuz. Görünen köy kılavuz istemiyor. Lakin son derece önemli ve acilen tatbiki gereken bir reçete. Böylelikle yasama ve yürütmenin çeşitli tasarruflarına ilişkin olarak (ama bir kanun yapma usulü ama Kanal İstanbul gibi çılgın bir şehircilik projesi hakkında) bilim insanları kamuoyunu bilgilendirebilecek, tartışmalara yön verebilecektir.
İttifakın bir diğer eğitim vaadi ise ağaç yaşken eğilir düsturunu dikkate almış. Eğitim müfredatına ilkokul birinci sınıftan itibaren insan hakları ve kadın-erkek eşitliği dersleri konulması vaat ediliyor. Yeni bir yönetimden tek bir talebimiz olacak ise bu bilime dayalı, kaliteli ve eşitlikçi eğitim olmalıdır. Kısa zaman önceye kadar Türkiye'nin esbabı mucibesi olan sosyal sınıflar arası geçişkenliğin başat sebeplerinden biri olarak değerlendirilir eğitim sistemi. Müfredata kutuplaşmanın panzehri olan hak ve özgürlük bilincinin yerleştirilmesi ise çok isabetli bir tercih.
3. Siyasi Etik Kanunu ve Mevhumu
Gelelim son başlığa... Malumunuz Amerikan parlamentosunun kamaralarında yasalara kimi zaman kişilerin ismi verilir. Bu kişi yasa teklifini sahibi de olabilir, gadre uğrayan ve derdine derman bulunan bir vatandaş da. Bu üçünü ve son başlık altında öngörülen kanuna bir isim vermek gerekse "Peker Kanunu" uygun olurdu sanıyorum.
Muhalefet, Davutoğlu'nun başbakanken yapmaya gücünün yetmediği ve ondan sonra da hep üzerinde durduğu Siyasi Etik Kanunu'nu yürürlüğe koymayı taahhüt ediyor. İyi de yapıyor şüphesiz. Herkesin bildiği sırlardan olan politikacı yolsuzlukları mafya / YouTuber Sedat Peker ile vakayı adiye oluverdi.
Türk yasamasının uzun vadeli iyileşmesi için siyasetin bir yol bulma mecrası olmaması lazım. Davutoğlu bu iyileşmeye vesile olursa dış siyasette bize ettiği kötülükleri gideremez belki ama önemli ölçüde azaltabilir.
***
Gördüğünüz gibi 28 Şubat'ta muhalefet Yarının Türkiye'si hakkında ümitvar olmamız için bize birçok sebep verdi. Şimdi bunları gerçekleştirmesi kalıyor... Bize ise daha büyük bir sorumluluk düşüyor kuşkusuz. Acılar ve nice müşküliyetler sonrasında elde edebileceğimiz bu hak ve düzene el ele ve örgütlenerek sahip çıkmak.