Züccaciyede, o değilse kırtasiyede, hiç yoksa sosyal medyada mutlaka rastlamışsınızdır. Tanıdık bir görsel. Kirli beyaz zemin üzerine siyah renkte ve zarif bir yazı tipiyle bir kelime yazılır. Çok kere eski Türkçe, kimi zamansa epey gündelik bir sözcük seçilir. Altında da sözcüğün kökenine dair kısacık açıklaması olur. Tam göz önüne gelmezse diye görseli aşağıda imdadıma yetişsin:
Meftunu olduğum bu girişimin adı Lügat365. Amaçlarını kendi sözlerinden okuyalım:
“Gündelik hayatın hengâmesinden uzak, mağrur şekilde bir köşede duran güzel kelimeleri, onları derdest eden sosyal mecralar aracılığıyla yeniden tedâvüle sokma gâyesiyle 1 Ocak 2015 yılında hayata geçirdiğimiz Lûgat365, her gün bir kelimeyi anlamı, etimolojik hikâyesi ve usta yazarlardan alıntılarıyla sunmayı amaç edinmişti.”
Proje, aslen Türkçe’nin günlük kullanımındaki kelime sayısını artırmayı hedefliyor ve ikinci olarak okuyucuların kelime dağarcıklarını genişletmeye katkı sunuyor. Bu yönüyle azımsanmayacak derecede faydalı bir girişim olduğu kanaatindeyim. Zira gerçek, “ne olduğu” kadar, gerçeğin “nasıl algılandığı ve aktarıldığı[yla]“ alakalı ise, olup biteni kavramak ve şekillendirmekteki en önemli araçlarımızdan birinin dil olduğu şüphesizdir.
Köklü bir mazisi olan her kelime, yüz yılların birikimli tecrübesinden süzülüp geldiğine göre, bugünkü olayları adlandırmak, aslında geçmiş ve şimdiki zaman arasında bir köprü kurmak anlamına gelebilir. Bu köprü önce kurulmalı sonra da geçilmelidir ki ileriye doğru yürünebilsin.
O halde, gelin, Lügat365’in harika bir örneği olduğu bir sözlük yöntemini takibi ederek geçtiğimiz haftanın öne çıkan olaylarının adını koyalım.
Satvet
Satvet: Karşı konulmaz derecede zorlu, sindirici, boyun eğdirici güç
“Yaşa, var ol, Harbiye
Yıkılmaz satvetinle “
(Cevdet Şakir Çetinel, Harp Okulu Marşı)
Kamuoyunda “teğmenler soruşturması“ olarak bilinen ve Milli Savunma Bakanlığı tarafından yürütülen disiplin soruşturması kapsamında teğmenler (Ebru Eroğlu, Batuhan Gazi Kılıç, Deniz Demirtaş, Talip İzzet Akarsu ve Serhat Gündar) geçtiğimiz hafta ifade verdi. Hatırlarsak, 30 Ağustos 2024 günü Kara Harp Okulu mezuniyet töreni bittikten sonra bir grup teğmen kılıç çatarak tören programından çıkarılmış subay yemini edip, hep bir ağızdan “Mustafa Kemal’in askerleriyiz“ diye haykırdı. Bu anın alandaki haberciler tarafından yayımlanması üzerine sosyal medyadaki kimi trol grupları akıl almaz bir linç kampanyası başlattı. Teğmenleri cuntacılıkla, darbe heveslisi olmakla suçladı. Konu üzerine bir süre sükut eden Erdoğan sessizliğini “Bu kılıçları kime çekiyorsunuz?“ diyerek bozdu ve “kendini bilmezlerin [ordudan] temizleneceğini” söyledi. Erdoğan’ın subay yeminine eşlik eden kılıç çatma eylemini üzerine alması kuşkusuz ki tarihe geçecek bir hadise oldu. Malum, yemin eden teğmenler kime karşı kılıç çattıklarını açıkça ilan ediyorlardı: “laik, demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığına, ülkenin bölünmez bütünlüğüne, yüce Türk ulusunun namus ve şerefine, aziz vatanın bir karış toprağına uzanacak eller karşısında bizi bulacak ve kılıçlarımız daima keskin ve hazır olacaktır.”
Soruşturmanın hukuki tarafını; tören yönetmeliğinden çıkarılmış subay yemininin okunmaması yolundaki emre itaatsizlik edildiği ve bu eylemle “TSK’nın tartışmaya açılıp itibarının sarsıldığı” iddiası ve buna karşı ortaya koyulan, yeminin tören bittikten sonra okunduğu ve yemin içeriğinde TSK’nın değerleri ve ilgili mevzuat açısından herhangi bir sakınca bulunmadığı savunması oluşturdu. Öte yandan meselenin siyasi tarafında Erdoğan iktidarının - en hafif tabirle - ordu alerjisi ve mevcut rejimi idame ettirmek için istidatta diretmeye mecbur olması yatıyor. Teğmenlerin ihraç talebini karara bağlayacak olan Yüksek Disiplin Kurulu üyelerinin ise haktan yana mı, şahsi politik ikballerinden yana mı tavır alacağına karar vermesi gerekiyor.
Tüm bu hengame içinde teğmenlerin ifadeye vermeye giderkenki fotoğrafı dikkat çekti. Çekmeyecek gibi de değildi. Genç subayların dik, vakur ve mağrur duruşu, savunmaları ve savunmadaki tavırlarına dair anlatılanlarla uyum içindeydi. Sözlerine “Bizler Mustafa Kemal’in askerleriyiz“ diye başlayan Ebru Teğmen, “içimdeki Harbiyeli ruhu hiçbir zaman ölmez. Omzumdan rütbem alınacak olsa bile bu ruhu her zaman yüreğimde yaşayacağım. Harbiyeli brövesi büyük bir onur olarak bende kalacak” dedi. Silah arkadaşı Serhat Teğmen ise “Tek endişem beni yetiştiren ve bu üniforma ile rütbeyi layık gören Türk milletine olan hizmet borcumu ödeyememe ihtimalidir” diye ekledi. Savunmanın nasıl bir ortama gerçekleştiğini basına anlatan avukatları, bir suç işlemediklerinin bilinciyle müvekkillerinin yüksek moralli olduğunu bildirdi.
Aksi mümkün müydü ki? Bu gençler, ülkenin temel direklerinden biri olan ordunun, türlü belaya bulaştırılmasına rağmen, Atatürkçülük harcıyla kardığı farklı itikattaki kişileri bir araya getirebileceğinin, nitelikli ve yurt bilinci yüksek subaylar yetiştirmeye devam ettiğinin gözle görülür elle tutulur kanıtları oldu. Onlar, Atatürk’ün apolet numarası olan 1283 sayısı okununca “İçimizde“ diye haykıranlar, değil miydi söz veren: “cehennemler kudursa ölmez nigahbanıyız“…
Darbe: Vücut üzerine bir cisimle yapılan sert vuruş, seçim dışındaki demokratik usuller kötüye kullanılarak yönetimi devirme işi
“Ben gitmeden divanıharbe
Ben gitmeden bir darbe“
(mor ve ötesi, Darbe)
31 Mart yerel seçimleri sonrası CHP’nin birinci parti olmasını izleyen merkezi iktidar ile “normalleşme” süreci geride kalırken, CHP’li belediyeleri itibarsızlaştırmak adına Cumhur İttifakı’nın bir seri soruşturma ve görevden alma hamlesi yaptığına şahitlik ettik. Terörist başının serbestliği üzerinden bir siyasi tartışma yürütülürken terör örgütü mensupları ile konuştuğu iddiasıyla tutuklanan Esenyurt Belediyesi başkanı ardından %64 oyla tekrar seçilen Beşiktaş Belediyesi yolsuzluk iddialarıyla tutuklandı. Rıza Başkan’ın gözaltı süreci dört gün sürdü. Saatlerce bir sandalyede oturtulduğu, basına fotoğrafı servis edilmesi için hassaten bitkin bırakıldığı iddia edildi.
CHP kamuoyu çemberin daraldığının farkında. Turbun büyüğünün heybede olduğunu söyleyen Erdoğan’a karşı CHP Genel Başkanı, bu savaş ilanını gördüklerini ve kabul ettiklerini beyan etti. “Bir miting ya da bir protestoyla değil bir iktidarı devralma süreciyle“ mukavele edeceklerini ileri sürdü. Toplumsal muhalefetin yorulmuş ve korkutulmuş hali karşısında, sokak hareketliliği üzerinden iktidar üzerinde hissedilir bir baskı kurmak pek muhtemel görünmüyor. Bu durumda CHP’ye kalan asını oynamak olabilir. İmamoğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı sürecini ve seçim kampanyasını başlatmak eldeki en güçlü siyasi cephane olarak kabul edilebilir. Fakat, hakikaten Özel’in ifade ettiği gibi bir savaşta isek, muharebede silahların gücü kadar ne zaman kullanıldığı da kilit öneme sahiptir. Dolayısıyla tarihin bu anının CHP için hazırladığı sınav, aldığı darbelere karşı akılcı ve etkili bir stratejiyi hızla ve fakat soğukkanlılıkla oluşturup hayata geçirmektir.
Hep Beraber: Birlikte
“Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber
Kurtuluş yok tek başına, ya hiçbirimiz“
(İlkay Akkaya, Kurtuluş Yok Tek Başına)
Yargı süreçleri üzerinden siyasi baskı kurmanın bini bir para olunca, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, İstanbul Barosu yönetiminin görevine son verilmesi ve yeni yönetim seçilmesi talebiyle bir dava açtı. Gerekçesi, baro yönetimi hakkında bir soruşturma yürütülüyor olması. Masumiyet karinesine aykırı olarak, daha kovuşturma aşamasına dahi geçmemiş olan bir süreç bulunmasından hareketle, baronun “amaçları dışında faaliyet gösterdiği” iddia ediliyor. Soruşturma ise bölücü terör örgütü üyesi olduğu ileri sürülen iki şahsın Suriye’de SİHA saldırısı sonucu öldürülmesi üzerine baro tarafından yapılan açıklamada “çatışma bölgelerinde gazetecilerin hedef alınmasının savaş suçu olduğu“ ifadesine yer verilmesine dayanıyor.
Baro başkanı Kaboğlu’nun Kürt siyasi hareketinin taleplerine fikren yakın olduğu yönündeki yaygın kanı dolayısıyla meslek örgütü yönetimine talip gruplar arasında bir ayrışma olduğu görülüyordu. Fakat savcılığın bu hamlesi karşısında tüm gruplardan ardı sıra destek mesajları geldiğini ve avukatların hep birlikte bir direnç gösterdiğini izledik. Üstatlardan güvenoyu almak için gidilecek olağanüstü genel kurulda da benzer bir tablo görebiliriz. Bu ise baskı rejimlerine karşı yürütülen mücadelelerin mecburen el ele yürütülmesi gerektiğini hatırlatıyor.
***
İktidarın bir bakımdan çaresizce peşi sıra attığı demokrasi karşıtı adımlar, dürtüsel olarak bir yılgınlık hissi yaratabiliyor. Fakat yaşananların adını koymaya kalktığımızda, onların bugüne özel olmayan ezeli niteliğini görmek işten olmuyor. Teğmenler soruşturması, belediyeler ve meslek örgütleri hakkında yapılan işlemler bu haliyle insana of çektiriyor. Fakat, sadece bir zaman sonra, doğru plan ve ruhla memleketli önündeki sınavı verirse, darbelere karşı hep beraber satvetle durduk demek imkanına kavuşacaktır. Çok zaman sonra da değil, belki de yarın…
Yarın: Bugünden sonra gelecek ilk gün
“Sevgiyle aşılır yollar, unutulur acılar
Ne kadar yok desen de hep bir yarın var“
(Hep Bir Yarın Var, Coşkun Demir)