


İyi güzel, Saraçhane’de altı akşam ardı sıra yüz binlerin katılımıyla nöbet tuttuk. Geçtiğimiz Pazar’dı, 15,5 milyon yurttaş sandıklara koştuk. En son, Arefe günü, Maltepe’de 2 milyonu aşkın kişi İmamoğlu’na Özgürlük Mitingi için toplandık.
Tüm bunları yaptık da, ne oldu?
Tutuklular ne zaman serbest kalacak? Sandık hangi vakit önümüze gelecek? Daha ne kadar Ülker çikolatalı gofret sevmeyeceğiz?
Memleketin milyonlarca “yorgun demokratı” bu soruları aklından geçiriyor. Öyle düşünüyorum ki, bu haklı sorulara bir yanıt vermeye girişmeden evvel, neyin mücadelesini verdiğimize karar kılmak gerekir. Zira derdimiz İmamoğlu’na özgürlük ise bugün itibariyle kazandık demek mümkün görünmez. Amacımız Erdoğan rejimini sonlandırmak ise yolumuzun uzun olduğunu teslim etmek gerekir. Peki mücadele tüm bunlardan başka ise?
Gerçekten de, bana göre süregelen mücadele, tek başına bunların hiç biri değildir. İddiam o ya, bu mücadelenin adı, haysiyettir.
Demokrasi Röntgenimiz
Bunun için bir adım geri atalım: “Bazı toplumlar özgürken, diğerleri neden otoriter yönetimler altında veya anarşi içinde yaşadılar ve yaşıyorlar?” Nobel Ödüllü iktisatçımız Daron Acemoğlu’nun yanıt aradığı soru bu. Acemoğlu’nun taltif edilmesine vesile olan çalışmalar, refah üreten demokrasilerde kurumların sağlıklı çalıştığını ortaya koyuyor. Buna göre bağımsız ve tarafsız mahkemeler, özgür basın ve özerk üniversiteler olması gerektiği gibi faaliyet gösterdiğinde, demokratik sistem tıkırında işliyor.
Tabi bu, bir demokrasinin kurumlara indirgenebileceği anlamına gelmiyor. Öyle ki bahse konu müesseselerin önemini reddetmemekle birlikte (aralarında Atatürk’ün davetiyle Türkiye’yi gezmiş ve maarif sistemi konusundaki önerilerini raporlaştırmış John Dewey’in de bulunduğu) kimi siyaset bilimciler, milli iradenin en önemli demokratik bileşen olduğunu ileri sürmektedir. Bu fikre göre halk, demokratik katılım göstermez ve bu yönetim biçimini müdafaa etmezse, demokrasi bir şekilde çürüme riskiyle karşı karşıyadır.
Demokrasi tecrübemize bu açıdan yaklaşıldığında, 20 yılda giderek yozlaşan kurumlar karşısında milli iradenin sarp duruşunu takdir etmek mümkündür. Bunu bir teselli değil bir tespit olarak kabul etmek için kanıtlara bakalım. Bir tarafta, milyonların katılımıyla gerçekleşen protestolara karşı kafasını kuma gömen, gömmediği kısıtlı zamanda da Pikaçu’dan psikolojik harp aracı çıkarmak gibi yollara tevessül eden televizyon kanalları. Öğrencilerinin 35 yıllık diplomalarını iptal ettiğini iddia eden yetkisiz bir üniversite kurulu. İBB soruşturmalarında önüne gelen tutuklama taleplerini reddeden hakimi görevinden alan, süren ve hakkında soruşturma açan HSK üyeleri.
Bunun karşısında ise bitmeyen, sinmeyen bir demokratik katılım. Bindik bir alamete “Ekmek için Ekmel“ seçiminde %74, galiba bu defa oluyor Muharrem İnce seçiminde %86, ilk turda bitirelim Kılıçdaroğlu seçiminde ise %86 katılım oranı kayda geçti. AKP iktidarının bindiği demokrasi tramvayının, baskıcı otoriterlik durağına doğru hızla yol aldığı on yıllarda gerçekleşen tüm genel ve yerel seçimlerde en düşük katılım oranı %78 oldu. O da, özellikle geçmişte AKP’ye oy vermiş bir kısım seçmenin sandığa gitmediği anlaşılan ve CHP’nin 47 yıl sonra birinci parti olduğu 2024 mahalli seçimleri.
Sadece sandık değil, bunun yanı sıra, hem Türkiye hem de dünya gündeminde yer tutmuş, tarihe geçmiş sivil itaatsizlik eylemlerine tanıklık ettik. 2013 yılında memleketin her sathında milyonlarca vatandaşın gerçekleştirdiği Gezi Direnişi. 2017 yılında yaklaşık 20 bin kişinin, 21 gün boyunca daha iyi bir Türkiye’ye doğru adım attığı Adalet Yürüyüşü.
Tüm bu bağlam içinde düşünüldüğünde, bir demokrasi için haysiyet ne anlama gelir? Bu sistemlerde, zor kullanma tekeline sahip devletin yegane meşruiyet kaynağı rızadır. O halde haysiyet, rızanın sahibi olan milletin, iradesini kullanması ve ona sahip çıkması anlamına gelir. Aslında Türk milleti olarak bizim yıllardır yaptığımız gibi…


“Birinci Vazife”
İşte, 19 Mart günü bir yeni merhaleye evrilmiş Haysiyet Mücadelemiz tam da buraya oturuyor kanaatimce.
Saraçhane nöbetleri, ön seçim, Maltepe mitingi, imza kampanyası ve boykot. Bunların ve dahası geleceği muhakkak barışçıl eylemlerin amacı, tek başına erken seçim ya da İmamoğlu’na özgürlük talebi değildir. Görüldüğü üzere bu, yozlaşan kurumlara ve bu yozlaşmayı gerçekleşen otoriter yönetime karşı demokrasimizin haysiyetini topyekun korumak kavgasıdır. Alanlardaki gençler, ellerindeki pankartlarla bunu ne de veciz ifade ediyor: Birinci vazifemizdeyiz! (Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmek)
Dolayısıyla bu mücadele ahlaki, içkin olarak doğrudur. Sonuçlarından bağımsız olarak değerli ve gerekli bir teşebbüstür. Fakat, reel politika açısından da, elbette bu girişimler pratik neticelerden yoksun değildir. Bunun için sadece şu üç haftada olanlara bakmak yeter:
Dünya kamuoyu nezdinde, despot bir iktidar altında yönetilen uyuşuk bir topluluk olarak değil, türlü baskı ve eziyete karşı onurla direnen bir halk olarak anıldık.
İktidarın evdeki İmamoğlu hesabı çarşıya uymadı. İBB Başkanı terör şüphesinden tutuklan(a)madı, İBB’ye kayyım atan(a)madı.
Merkez medya harabesi içinde duran kanallar boykot korkusundan Özel’in açıklamalarını naklen verdi, (ne haber ne Türk) Habertürk Maltepe mitingini canlı yayımladı.
Üstelik, meydanın bir sözü daha var: Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!
Yarınlar
Geldiğimiz noktada, Haysiyet Mücadelemizin önündeki sınav, sürekliliktir. Eğer toplum haklı davasında ısrar eder, bedel ödeme pahasına azmeder ve milletin önüne kattığı CHP tıpkı dayanışma sandığı ve boykot gibi yaratıcı çözümlerle bu iradeyi organize edebilirse, bu konuştuğumuz kısa vadeli kazanımlar, iki vakte erken seçimi, üç vakte ise demokratik onarım sürecini beraberinde getirebilir.
Ezcümle, bu bayramı 4 günde 28 milyar dolar yakarak fakirleşmiş ve 301 gencimizin haksız yere içeride olmasından sebep buruk girdik. Fakat:
Rengarenk ve mizahın ata sporumuz olduğunu kanıtlayan yüzlerce pankartla, yarı deli halimizi hatırladık, bir şekilde neşelendik.
Atatürk’ün Cumhuriyet’i neden gençlere emanet ettiğini tekraren anladık. Her şey bitti derken yanıp tutuşuveren umudumuza sarıldık.
Ve en çok da, haysiyetimizi yitirmemenin haklı gururunu yaşadık.
***
Yarının ne getireceğini kestirmek güç, yine de demokrasimiz adına mücadeleye devam etmek için birçok sebep ve bu uğurda omuz omuza verebileceğimiz milyonlar olduğunu anımsamak.. Ne deyim, bu bayram günü cana can kattı!
Mükemmel