İtiraf etmeliyim ki içinden geçtiğimiz şu günleri anlamakta güçlük çekiyorum. Okudukça, dinledikçe aklım bulanıyor. Olana bitine kati bir anlam vermekte zorlanıyorum.
Oysa çok değil şundan birkaç ay önce vaziyet en azından benim açımdan daha netti. Altılı Masa kurulmuştu. Nihayet memleketi beraber iyileştirmek noktasında büyük bir uzlaşı sağlanmıştı. Bu süreç olgunlaşacak ve zamanı gelince bir aday ismiyle tamamlanacaktı. Bu aday da toplumdaki değişim talebinin adına dönüşecek ve Türkiye, önündeki ağır ve tozlu sayfayı sonunda çevirecekti.
Nitekim kaderimiz hala bu olabilir. Öngörüm de temennim de bu yönde. Fakat arada ne oldu da sular bulandı? Bunu anlamakta, anlamaya çalışmakta fayda var.
Kanaatimce bu muğlaklığın ağırlık merkezi Kılıçdaroğlu'nun iddia edilen "adaylığı" oldu.
Kılıçdaroğlu Adaylığını Koyamaz Mı?
Koyabilir. Ama bunun nasıl olduğu önemli. Özünde, ana muhalefet lideri ve Altılı Masa'nın belki de en gayretkeş paydaşı olarak Kılıçdaroğlu'nun aday adayı olması kadar tabii bir hadise olamaz. Fakat Kılıçdaroğlu, aday adayı gibi hareket etmiyor. Giderek artan ben dili, zihni sinir bir fikirmiş gibi anlatılan Bay Kemal çıkışı, "Halkın Umudu / Milletin Sesi Kılıçdaroğlu" sloganları vs... Gerek CHP gerekse CHP'nin desteklediği basın bize mütemadiyen Kılıçdaroğlu'nun aday olduğunu söylüyor. Bu ise ister istemez ahalinin bir kesimine "biz kızı verdik miydi de bu adam damat diye geziyor" dedirtiyor.
CHP'nin pompaladığı "aday Kılıçdaroğlu" söylemi aslında basit bir dilek, bir propagandadan ibaret. Aday henüz Bay Kemal değil. Zira; seçmen ortak aday istiyor. Toplumsal ittifak, Altılı Masa'nın adayını desteklemek üzerine kuruldu. Nitekim bunu muhalefet liderleri de teyit ediyor. Akşener'in ezelden beri iddiası "bizim adayımız 13. Cumhurbaşkanı olacak." Dolayısıyla Kılıçdaroğlu bugün itibariyle olsa olsa CHP'nin adayı olabilir. Altılı Masa ve binaenaleyh toplum daha adayının ismini koymadı.
Hal böyleyken "Kılıçdaroğlu adaydır" diye öten horoz, erken ötmüş oluyor. İlginçtir, siyasi kültümüzde hayvandan bol amblem olmamıştır. Logosu horoz olan ve dönemin cumhurbaşkanı Kenan Evren'in desteklediği Milliyetçi Demokrasi Partisi; girdiği ilk seçimde sonuncu, ikinci ve son seçimde ise sondan bir evvelki parti olmuştur. Bu keramette horozun payı olmuş mudur bilinmez...
Ya Ne Olmalı?
Bu dalgadan evvel vaziyet ve manzara-ı umumiye şu şekildeydi: Bir yanda ülke tarihinde ilk defa bir araya gelmiş bu kadar geniş bir siyasi blok. Onların onarım ve kuruluş vaatleri. Bir tarafta yerel seçimlerle politika sahnesine renk getirmiş güçlü ve dinamik aktörler. Onların peşlerinden sürüklediği kalabalık ve özellikle genç kitleler. Diğer yanda ise 20 yıllık bir iktidarın buhranı, bunun hayatımızda her gün açtığı yaralar ve iktidarın dertlere derman olamayışı.
Değişim talep eden toplum için bu denklem, umut üretiyordu. Başarıya gebe olduğu yönündeki kanaat gün geçtikte pekişiyordu.
Yenilik ve birliktelik yerine o eski beste birden çalmaya başlayınca vaziyet karıştı. Yedi seçim kaybetmiş bir siyasetçinin halk için halka rağmen parlatılması çabası bir travmayı tetikledi adeta. Kılıçdaroğlu'nun yarıştığı, Erdoğan'ı yenmek için haklı olmanın tek başına yeteceğine inanıldığı birçok seçimin yenilgiyle sonuçlandığını defaatle tecrübe ettik. Öyle olunca izlediğimiz bu filmleri andıran sahneler gördüğümüzde akıllar bulanıyor, dönüp kendimize soruyoruz: Ne oluyor?
Ezcümle, memleketçe bir araf hali içindeyiz. Geliyor gelmekte olan. O muhakkak. Fakat son gelişmeler neyin geldiği konusunda tereddütler yaratıyor. Ve karşı koyulmaz bir tedirginlik.
Her şeye rağmen ümide fazlasıyla yer var. Çünkü öyle ya da böyle bu eşiği atlamaya mahkûmuz.