“Galiba [insanlar] bana çok kızıyorlar, görüyorum (…) Ben o [Ergenekon/Balyoz] konu[sun]da da çok öz eleştiri yaptım. O konuda da belki çok fazla ateşli davrandım. Prensip olarak doğru bulduğum şeyleri… Ama nüansları atladım (…) Bir kişiyi bilinçli olarak üzmediğime, en azından ben kendi içimde, eminim. Birilerini üzdüysem, o kadar üzülüyorum ki buna.“
Nagehan Alçı
Spor, sanat, ticaret ve siyaset. Zaman zaman, hayatın bu alanlarını birbirinden çok farklı sahalarmış gibi düşünüyoruz. Oysa Salı (9 Temmuz) günü yayımlanan Nevşin Mengü/Nagehan Alçı söyleşisinin hatırlattığı gibi, bu bariz bir hata. Belli ki bu alanlar arasındaki fark bir trajedi ve komedi oyunu arasındaki farktan ibaret. Metinlerin konuları, tınıları değişse de onları yazan da oynayan da aynı. Serdeki dramaturji, bir olan aslında. Velhasıl, hayatta insana dair olan ne varsa, politikada da o var. Güç uğruna acımazsızca yakılan canlar, haksızca kayrılan insanlar ve tövbekarlar…
Tüm bu karakterleri (belki de tek vücutta) toplayan bir metnin kahramanı ise gazeteci Nagehan Alçı. Karşımızdaki, gerçek bir Makyavelist porte. Adımlarını titizlikle planlayan, mukadder olma amacına ulaşmak için manipülasyon ve aldatmaya başvuran ve bu uğurdaki yolu yürürken ahlaki kaygılar gütmez görünen bir isim. Onu en iyi Ergenekon/Balyoz sürecinde soyunduğu amansız savcı rolüyle tanıyoruz. Ülkedeki Atatürkçü aydın fikir insanları ve askerler terör suçlaması ile hapsedilirken, Alçı’nın akşamları televizyonda sergiye koyduğu kişiliği, dönemin hükumet sözcüsü Bülent Arınç’ın “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” ifadesini bile hafif bırakıyordu. Nagehan, karşısına çıkan gazeteci ve siyasetçilerin kimini (ve tabi ki onları izleyen yüz binleri) adeta çileden çıkartıyordu. Böylelikle Alçı, toplumun bir kesimi için kelimenin tam anlamıyla bir nefret objesine dönüştü.
Erdoğan’lı yıllarda Alçı basın dünyasındaki kariyer basamaklarını hızla tırmandı. Birçok gazetede köşe yazarlığı ve televizyon programında konukluk yaptı. Gazetecilik ödülleri aldı. Tabi, Alçı’nın işindeki bu seçimleri kadar eş seçimi de hep konuşuldu. 7 yıl evli kaldığı (sonradan Boşnaklar hakkında sarf ettiği korkunç hakaret ile anılacak olan) Rasim Ozan Kütahyalı ile medyanın bir güçlü çifti olarak resmedildiler. Siyasi yönden (veya yönsüzlük bakımından) Rasim ile bir uzlaşma içindeydiler kuşkusuz.
Derken, geçtiğimiz yıl Alçı/Kütahyalı çifti sürpriz bir şekilde anlaşmalı olarak boşandı. Nagehan bu konuda uzun bir süre sessizliğini korudu. Bu hafta ise görsel medyaya çıkarak kocasının yıllar boyunca kendisine fiziksel, psikolojik ve ekonomik şiddet uyguladığını çarpıcı örneklerle anlattı. Kocası tarafından boğulurken ölümle göz göze geldiğinden, kimi geceler korkudan elinde bıçakla tehdidi beklediğinden bahsetti. Karşımızda alışık olduğumuz soğukkanlı siyasi cellat yoktu bu defa. Mağduru olduğunu anlattığı suçların bağlamı itibariyle anlaşılabilecek bir sakıngan hava tavırlarına hakimdi.
Elbette Alçı’nın bu açıklama ve suçlamalarına birçok açıdan yaklaşmak mümkün. Bir kadın-erkek ilişkisinin otopsisi, birçoklarının Nagehan’ın açıklamalarındaki hadiselere “oh olsun“ demesi ardında yatan vicdan ve öç hesaplaşması, son 20 yılda giderek tırmanan ve politik bir mahiyeti de olan kadına şiddet sorunu ya da Makyavelist kahramanın bu açılımı ile siyaseten neyi amaçladığı sorusu…
Öte yandan meselenin ilgimi en çok çeken yanı, Nagehan’ın bu açıklamaları nerede ve kime yaptığı oldu. Gelin bu tercihin altında yatabilecek sebeplere ve onların bize ne söylediğine bakalım.
Yıkıp Da Yerine Kurmamak: Ya Sonra?
Düşünün ki Nagehan kişisel hayatı ile ilgili mahrem ve de magazinel bazı bilgileri, ne saikle olursa olsun, kamuoyu ile paylaşmaya karar veriyor. Onun imkan kabiliyetlerini haiz biri, bunu ne şekillerde yapabilir? Halihazırda çalıştığı “ana akım” bir televizyon kanalı olan ve Aziz Yıldırım/Ali Koç buluşmasına ev sahipliği yapan Habertürk’te akşam kuşağında bunu yapabilir örneğin. Ya da yazılı basının eski amiral gemisi Hürriyet’te birinci sayfada duyurulmak üzere, bu dönemin makbul genel yayın yönetmeni Ahmet Hakan’a bir röportaj verebilir. Veya kadına şiddet konusunun hemen her gün ele alındığı Müge Anlı’ya konuk olup milyonların evine, gündemine girebilir.
Fakat Nagehan bunların hiçbirini seçmedi. Mecra olarak televizyon ya da yazılı basını değil, YouTube’u seçti. Konuşmak için ise özgürlükçü/Atatürkçü bir çizgide olduğu söylenebilecek Nevşin Mengü’yü…
Bana göre bu tercih, Nagehan ve onun kamusal itibarını tüketmek pahasına yıllardır desteklediği Erdoğan iktidarı için hazin ve kaçınılmaz bir sonu temkinle fısıldıyor. AK Parti yönetimi, devri iktidarında gerek kamu gerek özel sektördeki nice kurumların içini boşalttı. Mevcut mevki sahiplerini “monşer“ olmakla seçkincilikle itham ederek yıldırdı, tasfiye etti. Boşalan makamlara kendi kadrolarını yerleştirdi. Fakat asıl önemlisi, bu iktidar yıktığının yerine ne inşa etti? Yanıt, görüldüğü üzere, hiçbir şey.
Erdoğan’ın 28 Mayıs 2017 tarihinde, adı çocuk istismarı skandalları ile akıllara kazınan Ensar Vakfı’nın genel kurulunda yaptığı konuşmasındaki sözleri aslında bunun bir itirafıydı. “Biliyorsunuz siyasî olarak iktidar olmak başka bir şeydir. Sosyal ve kültürel iktidar ise başka bir şeydir. Biz 14 yıldır kesintisiz –hamdolsun– siyasî iktidarız. Ama hâlâ sosyal ve kültürel iktidarımız konusunda sıkıntılı.“ Erdoğan’ın bu sözünden meramı, ülkedeki modern entelijansiyayı, hemen hemen mutlak politik güçlerine rağmen, ikame etmeyi becerememiş olmaktır. Üstelik bu tespit sadece kültür sanat dünyası için değil, iktidarın girdiği hemen yer için geçerlidir.
Siyasi iktidar tüm bu tercihleri yapmakta serbest oldu. Kayırmacılık, layık olmayanların görev başına getirilmesi ve gerçekten layık olanların hor görülmesi… Esasen bu maddi gerçeğin bir inkarıydı. Kamu yönetiminin liyakat esasına göre yapılması gerektiği hakikatını görmezden gelmekti. Ne var ki, mantığın mutlak egemenliği ve bireycilik üzerine bir felsefe okulu inşa etmiş Rus asıllı Amerikan yazar Ayn Rand’ın dediği gibi “[g]erçeği görmezden gelebilirsiniz. Ancak, bu kararın neticelerinden kaçamazsınız.“ Söz gelimi:
“Ekonominin sorumlusu benim, ben!“ deyip, beğenmediğiniz merkez bankası başkanlarını görevden alabilir, “faiz hakkında nas ortada“ diyerek faizleri bizzat belirleyebilirsiniz. Fakat, sayılı gün sonra, tekrar göreve davet etmeye mecbur kaldığınız hazine ve maliye bakanının ifadesiyle “rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçene[ğiniz] kal[maz]“.
Boğaziçi Üniversitesi’ne okulun tercihlerini hiçe sayarak bir rektörü kayyum edebilirsiniz. Fakat, üç yıl içinde aynı okulun dünya listelerinde 100 sıra geriye gitmesine katlanırsınız.
Engin hariciye tecrübesine sahip adayları hiçe sayıp “bizim hoca“ Ahmet Davutoğlu’nu dış işleri bakanı, onun fikirlerini resmi politika yapabilirsiniz. Gelin görün ki, komşular ile köprüleri atmaktan “değerli yalnızlıkta“ teselli aramak, milyonlarca geçici sığınmacıyı yurda alıp Kuzey Suriye’ye girmişken, “Katil Esed“ söylemini “Sayın Esed, görüşelim“ söylemi ile değiştirmek zorunda kalırsınız.
Medya için de durum farklı değildir. Bir zamanlar, belirli bir kalite ve standartta habercilik yapan, Ali Kırca’nın Show TV’sini, Birand’ın Kanal D’sini silebilirsiniz. Kamusal tartışmanın görece gerçekleşebildiği CNNTürk, NTV, Habertürk gibi mecraların tümünü lağvedebilirsiniz. Hatta tüm bu gayretlerin öncülerinden biri olur, bir Nagehan Alçı olursunuz. Yıkıp döktükçe ödüllendirilirsiniz. Ancak, ya samimi bir ihtiyaç anınızda ya da yeni politik yönünüzü takdim etmeniz gerektiğinde, yüzünüzü çevireceğiniz yer, el birliği ile yarattığınız ve yerine bir şey inşa edemediğiniz enkaz medya olmaz, olamaz. Siz gene, ortak özellikleri işini iyi yapmak olan ve en mükemmeliyetçi standartlarda bile “eh işte“ denebilecek bir dürüstlük ve yurt bilinci içinde çalışan, bugün içinde oturduğunuz o enkazın yerinde durmuş kurumlarda görev yapmış Nevşin Mengü, Fatih Altaylı, Özlem Gürses, Cüneyt Özdemir’lerin “onuncu köyleri” olan YouTube’daki kapılarını çalarsınız.
Neden? Çünkü, “gerçeği görmezden gelebilirsiniz. Ancak, bu kararın neticelerinden kaçamazsınız.“
Memleket siyasetinde bir değişim rüzgarı esti mi, bunu iyi bürokratların sezeceği söylenegelir. Fakat bir de Amerikalıların o zarif (!) deyimleri ile “politik canlı“ (political animal) diye tabir ettikleri bir sınıf vardır. Bu kişiler siyaseti adeta solurlar. Şüphe yok ki Nagehan Alçı da bir politik canlıdır. Kim bilir, belki Alçı büyük bir değişimin/bir kaçınılmaz sonun kokusunu almış ve buna göre yeni planını devreye sokmuştur.
Öyle ise şaşırır mısınız? Eğer sosyal ve beşeri bilimler yönünden bir maddi gerçek var ise, memleketin bu hazin seyri böyle süremeyecektir. Gidişatın sonu, kaçınılmazdır.
Ve öyle olursa, biz daha nice “kadere bak“ vakaları, nice dönüş çabaları göreceğe benzeriz. Nagehan Alçı da, belki yakışır şekilde, “kadere bak“ dedirtecek tövbekarların ilk örneklerinden biri olarak kayda geçecektir…
Can, yaını okumak büyük bir keyifti. Yazılarını takip etmek büyük bir zevk olacak benim için.