


Devlet Bahçeli, Ahlat’ta Erdoğan’ın elini öpmeye mi davrandı?
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı Fatih Karahan’ın kovboy şapkalı fotoğrafı X’ten neden kaldırıldı?
İmamoğlu yoksa CHP Genel Başkanlığı’na mı aday?
Ağustos’un son haftasında bu sorulara yanıt aradık. Yani, en azından takibe değer yayın organlarına ve yayıncılara göre böyleydi. Peki gerçekte, bu hafta bizi düşündüren, sıkan, sevindiren meseleler bunlar mıydı?
Yok, ortak konularımız bunlar değildi ise ya neydi? Pazarda “bir yemeklik” satılmaya başlanan sebzeler, ay sonu zar zor ödenen kredi kartı borçları, Galatarasay’ın Şampiyonlar Ligi ön eleme performansı veya yaz tatilin son demleri… Bir çırpıda aklıma gelen başlıklar bunlar. Ama en çok da, hayatın keşmekeşinin içinde hemen göze çarpmayan ancak hepimizce keşfedilmeyi bekleyen sayısız insan tecrübesi...
Öyle inanıyorum ki bugün, kamunun gerçek gündemi ile basının “gündem” olarak ele aldığı başlıklar çok kere örtüşmüyor. Medya, hakiki gündemi yakalayamıyor ya da daha doğrusu onu oluşturamıyor. Gelin bu iki gündem arasındaki kan uyuşmazlığını bu Pazar gündemimize alalım…
Haber Namına Ne Tüketiyoruz?
Ajans almak deyimi güncelliğini yitirdiyse de tasvir ettiği eğilim geçerliliğini koruyor. Çoğu yurttaş haberleri geleneksel medyadan takip ediyor. Oysa televizyonun başını çektiği ve gazetelerin de içinde olduğu geleneksel medya son derece kutuplaşmış ve politikleşmiş vaziyette. “Bitaraf olmayan bertaraf olur“ sözü, AKP/Erdoğan iktidarının yarattığı bu medya düzeni için doğruya yakın görünüyor.
Bir tarafta olanca haşmetiyle iktidarın propaganda aygıtı duruyor. Havuz medyası ve sözde kamu yayıncısı TRT’ye biçilen vazife; bir “cambaza bak” oyunu oynayarak kamunun dikkatini tehlikeli (!) yerlerden sakınmak, iktidar politikalarını savunmak ve tabi muhalif kampı karalamak. Buna mukabil muhalif medyanın da, benzer bir şekilde, yayıncılığa politik bir yerden baktığını tespit etmek gerek. Halk TV ekolünün ana amacı küresel standartlarda kaliteli habercilik yapmaktan ziyade, Erdoğan karşıtı bloku, korku ve öfke gibi duyguları kullanarak ayakta tutmak ve iktidarı yıpratmak.
Zaten tam da bu sebeple birçoklarımız, az olmayan bir zaman önce, yüzünü internet gazeteleri ve YouTube yayınlarına çevirdi. Mümkün mertebe politik angajmandan ari haber/analiz almak isteyenler için bu, çölde bir vaha gibi göründü ilk başta. Fakat geldiğimiz noktada, kayda değer bir etki alanına ulaşmış YouTube yayıncılığının önemli yanlışları, eksikleri olduğu kanaatindeyim.
Vahadaki Sorunlar
YouTube’da çok izlenen gündem programlarının hemen hepsi, ele alınacak konu başlıklarının tespiti için belirli bir kaynağı referans alıyor: sosyal medya gündemi. Yayıncılar, X’te rağbet gören etiketleri baz alıp, aktarımlarını bu temel üzerine bina ediyorlar. Buradaki maksat açık. Popüler konuları takip ederek daha çok kullanıcının dikkatini çekmek. Bu yönüyle, sosyal medyanın nabzını tutmak elbette sakıncalı değil. Fakat mevcut durumda olduğu gibi, onu temel kılavuz kabul etmek son derece hatalı. Çünkü:
X gündemi manipülasyona açık: İster reklamlarla ister troll ordularıyla olsun, sosyal medyanın olağan akışında listelerde yükselemeyecek bir etiketi, listenin en tepesine çıkarmak mümkün. Nitekim sıkça olan da bu. Dolayısıyla millet ne konuşuyormuş diye TT listesini kurcalamak, köy kahvesinde oturup ahaliye kulak kabartmakla aynı sahiciliğe sahip değil.
Yayın dünyası, gündemi takip etmekle kalmamalı onu yaratmalı: Umumun ne konuşup ettiği tabi ki önemli bir veri. Zira bu, insanların neyi merak ettiği, neyi önemsediğine dair isabeti azımsanmayacak bir gösterge sunuyor. Fakat şunu da unutmamalı ki, insan her daim ne istediğini bilen bir varlık değil. Sahi ne giymek, ne yapmak, ne okumak istediğimizi hep biliyor ya da kolayca keşfedebiliyor olsaydık onca danışmana, fikir verene ne gerek olurdu? Ezcümle, popüler olan, bize yalnızca yüzeye çıkmış olan gündemi gösterebilir. Derinde yatanı değil... Ve hiçbir gömü, hiçbir kayıp hazine ne yerin ne de suyun yüzeyinde öylece durur. Onlar dipte keşfedilmeyi beklerler…
Peki Keşfedilecek Ne Var?
CHP’nin eski/7. genel başkanına siyasi yasak getirileceği ya da ortodoks iktisatçı Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifa ettiği yönündeki kulis haberlerinin dışında ve ötesinde açığa çıkarılmaya değer ne haber olabilir ki? İki kelimeyle: insan hikayeleri…
Şahsen bu suni gündem yağmuru altında, ezilen orta sınıfın öykülerini onlardan dinlememize imkan sağlayan bir söyleşi kesitine gazete rastladığımda bile gerçek bir şey okuduğumu hissediyorum. Kısılan tatiller, çocukları özel okuldan alıp iyi bir devlet okuluna verme telaşı, taze üniversite mezunlarının büyükşehirlerdeki barınma derdi... Sadece can sıkıcı hikayeler değil elbette, ümit ve ilham veren öyküler de en az müşterek dertlerimiz kadar sahi. Diyarbakır'da okuyan iki kız öğrencimiz Avjin Aktop ve Gül Karen Aça'nın geçtiğimiz yıl dünyanın en iyi üniversitelerine (Harvard, New York University Abu Dhabi) tam burslu girişinin öyküsü mesela. O iki kız üzerindeki emek, fedakarlık ve vizyon…
Haberin genel geçer bir tanımı, bir ülkede olup biteni referans alır. "Bir memlekette her gün ekonomik, siyasi, kültürel gelişmeler olur ve buna haber denir”. Fakat, bu meret herhalde bununla sınırlı değildir. Zira bir toprak parçasını ülke haline getiren insanlar hayal kurar, aşık olur, azmeder, düşer, zorlanır, direnir, pes eder ve buna da haber denir. Ya da denmelidir…
İnsan hikayelerini yayın dünyasının odağına taşımak için habere bakış açımızı değiştirmemiz gerek. İnsanın sıradan yaşantısı içindeki sıra dışı serüvenlerdir, aslında bize lazım olan. Kendimizi, çevremizi anlamlandırmak ve dönüştürmek için ihtiyaç duyduğumuz paylaşım budur.
***
Yayıncılık, kamusal tartışmayı şekillendirmek gibi fevkalade kritik bir işleve sahip. Biraz da bu yüzden, demokratik ülkelerde medyadan; yasama, yürütme ve yargılamanın yanındaki “dördüncü erk” olarak bahsedilir.
Fakat bırakalım dördüncü erk olmayı, herhangi bir kayda değer güç olmak için de, yayıncılık kendisini olup ile bitenin arasına sıkıştırmamalıdır. Bilakis. Ne zaman ki yayın dünyası kafasını gömdüğü olup biten dünyasından başını kaldırıp, odağını insan hikayelerine çevirir, işte o zaman insanın var oluşuna dair birçok söz söyleyebilir.
Bu çok daha değerli, çok daha gerçek olmaz mı?