Çeplî zerê lê berda
Te dilê’m kiriye behra derda
Însaf bike delalê canê
Serê min bibe ser zendaBana yönelen altın saçlı bir kız,
Kalbimi bir üzüntü nehrine çevirdi.
Biraz merhamet et, tatlı aşkım,
Başımı omzuna yaslayayım.
Sözler Rewşan’a ait. Bitlis doğumlu 43 yaşında bir sanatçı. Kürtçe şarkılarını binlerce insan dinliyor. 17 Kasım 2023’de Bostancı Gösteri Merkezi’nde şu ana kadarki en kalabalık konserini verdi. Etkinliğe dair kaydedilen izlenimlere göre Kürtçe bilen bilmeyen her yaştan müzik sever oradaydı. Bilhassa konserin başı dikkatimi çekti: Rewşan seyirciye dönüp “Kimler Kütçe bilmiyor?” diye soruyor. Eller kalkıyor. Rewşan tekrar sözü alıyor: “Arkadaşlar size emanet. Ben Kürtçe konuştukça siz onlara çevireceksiniz. Bu akşam kimseyi dışarıda bırakmayacağız. Bir olacağız.“
Güzel günlere dair umutları tazeleyen bir hadise. İnanalım ve dileyelim ki insanlık var oldukça, insanlar birlikte müzik dinledikçe, birlik duyguları daim olsun.
Daimi varlığın sonuçları yalnızca umut ve müzik sahasında doğurmuyor elbette. Bir sosyal grup var olduğu müddetçe, onun siyasi temsili ve mücadelesi de mevcudiyetini koruyor. Nitekim son günlerde gene çokça duyar olduğumuz “yerel seçimin kilit partisi DEM Parti“ tespiti bu gerçeğin bir sonucundan ibaret aslında.
Bir Vaka Olarak Kürt Siyasi Hareketi
DEM Parti’ye seçimlerde kilit rol biçilmesi bana göre kısmen doğru kısmense yanlış bir okuma. Yanlış, çünkü DEM Parti’nin Türkiye sathında bir seçimin anahtarı olamadığını 14 Mayıs genel seçimlerinde gördük. Ayrıca önümüzdeki yerel seçimler için tekil bir kilit unsurdan söz etmek isabetsiz olabilir. Zira Mayıs 2023’ten bu yana 96.376 yeni üye kazanmış, kimseye eyvallahı olmayan hodbin bir tek adam iktidarı ile bile kıran kırana pazarlık yapabilen Yeniden Refah Partisi’nin yerel seçimlerdeki belirgin rolünü bugünden teslim etmemek elde değil.
Öte yandan DEM’e dair değerlendirmenin haklı tarafı da şu: İster beğenilsin ister beğenilmesin, memleket siyasetinde bir Kürt siyasi hareketi gerçeği var. Bu hareket 1991’den beri mecliste temsil edilen, 11 siyasi parti kurup kapatmış, parti olarak girdiği genel seçimlerde %13 ila %8 arasında oylar almış ve AK Parti’den sonra en çok ilde birinci parti çıkmış bir hareket. Bu veriler gösteriyor ki, DEM’e karşı güncel tavırlar ne olursa olsun, Kürt siyasi hareketi varlığını sürdürmeye devam edecek.
Organik ve Maddi Bağlar Sorusu/Sorunu
Bu kalıcılık durumundan dolayıdır ki harekete dair esaslı bir sorunun çözümüne kafa yormak gerekiyor. O da DEM Parti’nin, hareketin fiili önderlerinden olduğunu söyleyebileceğimiz Selahattin Demirtaş’ın ifadesi ile, “bir Türkiye partisi“ olup olmayacağı meselesidir. Bu konunun siyaset meydanında ve kamuoyunca birden çok ifade ediliş şekli var: “Terörle arasına mesafe koymak“, “Kandil’den bağımsız bir aktör olduğunu göstermek“, “Kürt sorunun barışçıl çözümünü benimsemek“ vesaire… Bu noktada bazı olguları soğukkanlılıkla tespit etmekte yarar olabilir:
DEM Parti, Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde 20 günde 21 askerimizin şehit düşmesi üzerine PKK terörünü reddeden herhangi bir açıklama yapmadı.
DEM’in, ufuktaki İstanbul seçimleri üzerinden AKP ile yaptığı pazarlıklarda ileri sürdüğü söylenen, siyasi talepleri arasında Abdullah Öcalan’ın hapis koşullarının iyileştirilmesi ve kimi KCK’lıların serbest bırakılması maddeleri yer alıyor.
Yargı dosyalarına intikal eden belirli ifadelere göre, Kürt siyasi partilerinin milletvekili listelerinin Kandil’de / Kandil ile istişare içerisinde hazırlanması söz konusu.
Hal böyleyken, görünen köy kılavuz istemiyor. Kuşkusuz ki DEM Parti, bölücü terör örgütü ile ilişkili. Belki de asıl sorun bu iki örgüt arasında organik bağlar olması değil, maddi - yani fikir ve yöntem yönünden - bağlar olduğu görünmesi. DEM’in terörü amasız fakatsız karşısına alan bir tavrı benimsememesi yazık ki terör örgütü ile arasında maddi bir bağ olduğuna işaret ediyor.
Fikrimce siyasetteki kalıcılığını saptadığımız Kürt hareketinin içinde olduğu ve çözülmek gereken düğüm işte budur. Bu çözüm çabasındaki hedef, Kürt siyasi hareketini terörün karşısında konumlandırmak olarak belirlenebilir. Peki bu hedefe ulaşmak için farklı aktörler neler yapabilir? Bana göre meselenin asıl zengin tarafı burada.
Muhalefet: Merkeze Davet
Öncelikle kolayından, muhalefetin ne yapmaması gerektiğinden başlayalım. Örneğin Kılıçdaroğlu döneminde olduğu gibi DEM ile mahcup temaslar kurmamalı. Eğer siz kurduğunuz ilişkiyi “bir günah gibi” örtmek isterseniz ahali de doğal olarak bir günah işleniyor sanır. Bakınız 14 Mayıs seçimleri. Öte yandan CHP’nin yeni genel başkanı Özel bu sorunu gördü ve kendince düzeltti. DEM ile “kamuoyu önünde açık ve şeffaf“ görüşmeler yürütmeye karar verdi. Burada demokratik görüşmeleri sahiplenen bir tavır var, doğru. Ancak görüyoruz ki bu tutum da DEM’in siyasetini etkilemek, onu dönüştürmek noktasında pek bir fayda yaratmıyor.
Kanımca burada izlenebilecek bir strateji şu olabilir: Geniş muhalefet blokundan DEM’e, kurmayı vaat ettikleri merkeze yönelik bir çağrı yapılması. Malum, DEM en çok ötekileştirilmekten şikayetçi. 598 vekilin görev yaptığı meclisi, partilerinden seçilen TBMM Başkanvekili aracılığıyla idare etmesine rağmen, meclisteki bayramlaşma ziyaretlerinde en az trafiği olan parti DEM (yani selefleri). Ayrıca üyelerinin aralarında büyük güç paylaşım anlaşmaları yaptığı Altılı Masa’ya davet edilmediği için Kürt hareketinin serzenişlerini de hatırlıyoruz. Şu halde muhalefet DEM’e şartlı bir el uzatabilir. “Aramıza gel, seni kabul edelim yeter ki…” diye başlayan davetin devamında ulusal çıkarlarımızla bağdaşan bir Kürt siyasi hareketinden beklentiler sıralanabilir. Terörün istisnasız reddi bunların başında gelecektir tabi. Başka bir deyişle (halihazırda dağılmış olan) muhalefet bloku, Kürt sorununda müesses nizamın ne kadar adım atabileceğini kamuoyu önünde tartsın biçsin. O adımları atmaya hazır olduğunu ilan etsin ve DEM’i o orta noktaya davet etsin. Bu şekilde DEM üzerinde kurulabilecek siyasi baskının azımsanamayacağını düşünüyorum. Unutmayalım ki, DEM'in seçmen havuzunun önemli bir kısmı muhalefetin bu tür bir çıkışına destek verme potansiyelindedir. “Türkiye partisi” çıkışlarının havada uçtuğu 7 Haziran’da alınan oy ile terörle araya yeterince mesafe koyulmayan yılların sonunda gerilenen oy oranı arasında 5 puanlık bir fark bulunuyor.
İktidar: Uca Alternatif
Kürt hareketinin de Türkiye’deki pek çok diğer ideolojik kanat gibi parçalı olduğunu not etmeli. Buradan hareketle iktidar ya da daha doğrusu iktidarın idare ettiği devlet kurumları DEM’e alternatif olabilecek Kürt milliyetçilerini destekleyebilir. Kürt sorunun barışçıl çözümünü savunmayı bir öncelik haline getiren, kangren olmuş bu meselenin hallinde ayrılık gibi ekstrem çözümler yerine ılımlı arayışlar içinde olan siyasetçilerin bir parti çatısı altında bir araya gelmesi neden teşvik edilmesin? Üstelik bu alternatif partinin para ve belki daha bile önemlisi medya ve propaganda imkanlarına erişim noktasında iktidar desteğinden yararlanması ona büyük bir avantaj sağlayacaktır.
Burada başarı ölçütünü yeni bir lider Kürt partisi yaratmak olarak da koymamak gerekir herhalde. DEM’in beslendiği seçmen havuzunun ikinci adresi olmak bile pek çok şeyi etkilemeye yeter de artar kanımca. DEM’in Kürt temsili gücünü bir diğer büyük oyuncu ile paylaşması, Kandil’in siyasetteki etkisinin zayıflaması, DEM’in konumunu ilerletmek ya da korumak için daha merkezde duran bu alternatif partinin söylem ve eylemlerine yakınsaması gerekmesi bu faydalardan yalnızca birkaçı olacaktır.
***
Ezcümle, Kürt sorunun nasıl çözüleceği sorusu yalnızca bugünün değil belki Rewşan gibi isimlerin bir parçası olduğunu yarının Türkiye’sinin önünde olmaya devam edecek. Bugün için AKP’nin önceleri BDP/HDP ile şimdi ise MHP ile kurduğu Kürt sorunu oyunları mili menfaatlerimiz için uzun vadeli kazanımlar yaratmıyor. Aksine sorunu derinleştiren yaralar açıyor, terör şiddetinin önünü kesemiyor. Çünkü bu oyunlar hep o bildik eksenlerde oynanıyor. Dolayısıyla yarın için bize bir yenilik gerekiyor. Zaten bunu idrak etmek için uzağa değil, bu topraklara kulak vermek yeter. Mevlana’nın dediği gibi “Dünle beraber gitti cancağızım. Ne kadar söz varsa düne ait. Şimdi yeni şeyler söylemek lazım”.