Dargın Değilim
“Hiç küskün değilim. Hiçbir dargınlık duymuyorum.”
Söz Adnan Menderes’e ait. Son sözü hatta…
Biraz sonra ölüm cezası infaz edilecek olan bir kimsenin ifadelerinin bireysel mahiyette olması beklenecektir diye düşünüyorum. “Karımı ve çocuklarımı seviyorum” gibi... Fakat Menderes’in küskün olmadığını ilan edişinde daha ziyade bir toplumsal/siyasal alt metin olduğu aşikâr. Devrik başbakan son sözüyle, ordunun başat aktörü; toplum, muhalefet ve basının ise farklı rollerde oyuncuları olduğu bir döneme ve aslında tarihe kırgın olmadığını söylüyor. Nitekim dönemin CHP Genel Başkanı İsmet İnönü’nün, Milli Birlik Komitesi başkanı Cemal Gürsel’e yazdığı 13 Eylül 1961 tarihli mektubundaki ifade de aynı minvalde: “Ordu tesiri ile bir infaz muamelesi, millette orduya karşı deva bulmaz bir kırgınlık yaratacaktır.”
Fahir Atakoğlu’nun bu musibet üzerine bestelediği “Dargın Değilim” eseri de bana benzeri sosyal duygular yaşatır. Dinlediyseniz siz de hak vereceksinizdir belki. Eserin bir yandan, “neşeli” demeye insanın dili varmayan fakat belki “ümitli” denebilecek olumlu bir tınısı vardır. Öte yandan bu ezgi, parça boyunca usul bir “hüzün” ile ele ele gider. Bu tezatlıklar, umut ile ümitsizlik, sevinç ile keder Türkiye izleğinde ve hele hele bestenin ilham kaynağı olan olaylar silsilesiyle – yeni kurulmuş bir cumhuriyetin demokrasi arayışı ve bu yoldaki tökezlemeleriyle – birlikte düşünüldüğünde epey anlam kazanıyor: Memleketten yana yaşanan hayal kırıklıkları, fakat her şeye rağmen tüm umutların memlekete bağlı olması… Yaman bir paradoks.
Bugün, cumhuriyetin ilk kuşaklarının o günlerde yaşadıklarına çok yabancı hisler içerisinde değiliz belki de. Cumhuriyetin 100. yılına dört aydan az zaman kaldığı bugün, pek çokları tarafından “tarihimizin en önemli seçimlerin biri” olarak nitelendirilen 14 Mayıs ve 28 Mayıs seçimlerinden yenik ve yılgın çıkmış geniş toplumsal muhalefet için “dargın değilim” demek oldukça güç görünüyor. Bunun birçok sebebi var elbet:
“Yenilen Pehlivan” Hali: Son 21 yılda gerçekleşen her seçimde – 7 Haziran genel seçimleri ve 31 Mart / 23 Haziran yerel seçimleri istisnaları saklı kalarak – her defasında güç bela yeşertilen umutların boşa çıkmasının yarattığı birikimli bir travma tortusu var. Buna rağmen toplumsal muhalefet geçtiğimiz seçimlerde şimdiye kadarki en geniş koalisyonu siyasal muhalefette düzenlemeyi başarabildi. Şarkılar eşliğinde bir kez daha kendine ve birbirine değişim için söz verdi. Fakat sonuç birçok yönüyle farklı ama en önemli yanıyla aynı oldu.
Kent – Taşra Çatışması: 16 Nisan 2017 halkoylamasından bu yana yapılan tüm seçimlerde netleşen bir olgu var. Ülke ekonomisinin lokomotifi olan, nüfusun büyük çoğunluğunu barındıran, eğitim ve gelişmişlik düzeyi yüksek kentler istikrarla değişim talep ediyor. Gidişata hayır diyor. Fakat ekonomik buhranın aynı denli hissedilmediği, daha yüksek milliyetçi/muhafazakâr eğilimleri sebebiyle kimlik siyasetine daha teşne olan ve enformasyonu iktidar kontrolündeki medya aygıtları aracılığıyla yönetilen taşra bölgeleri ise statükodan yana tavır koyuyor. Bu durum nimet-külfet ilişkisinde ciddi bir dengesizlik yaratıyor. Ülke için maddi olarak daha çok değer üreten ve olumsuzluklardan da daha çok etkilenen kesimin dediği olmuyor ve fakat çoğunluğun kararı hepimize kader oluyor.
“Celladına Âşık Olma” Sorunsalı: Değişimi örgütlemesi beklenen Millet İttifakı’nın seçmeni, iktidardaki Cumhur İttifakı seçmeninden ortalama olarak daha eğitimli ve ekonomik düzeyi daha yüksek. Dolayısıyla muhalif seçmenin giderilmesini talep ettiği sorunlar, iktidar seçmenini ortalama olarak daha çok etkiler nitelikte. Benzer bir terslik afet bölgelerinde de görünüyor. Soma Maden Faciası sonrasındaki ilk genel seçimde bölgedeki birinci parti yaklaşık 12 puan farkla AK Parti oldu. 28 Mayıs Cumhurbaşkanlığı İkinci Tur Oylaması’nda ise Kahramanmaraş Depremi’nden en çok etkilenen illerin çoğunluğunda Erdoğan seçimi açık ara önde bitirdi. Bu durum, izlerini sosyal medyada da gördüğümüz üzere, bizi bir ulus yapan acı ve tasada birlikte olma duygularımızı aşındırıyor.
Tüm bunların toplumsal muhalefette yarattığı duygu ise kesif bir kırgınlık. Hayallerine, memleketliye, demokratik sürece karşı bir küskünlük. Bu tablonun sebeplerine şöylece bir bakıldığında, muhaliflerdeki bu hissin “anlaşılmaz” olduğunu söylemek mümkün değil. Fakat bu tabii görülebilecek refleksif duygu ne haklı ne de faydalı. Haklı değil çünkü bu tavır, yenilen bir oyuncunun “ben artık oynamıyorum” çıkışından farksız. Oyunun hileli olması, rakibin son derece kudretli olması bunu değiştirmeyecektir. Bunu sakince kabul etmek için Milli Mücadele ruhunu hatırlamak yeterli: “düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler”, “vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş (…) olabilir” ve “işte, bu ahval ve şerait içinde dahi…” Nitekim anlaşılır bu küskünlük duygusu yararlı da değildir. Zira toplumsal muhalefetin bu haletiruhiyesi, siyasal muhalefeti değişimi örgütlemeyi itecek yerde mevcudu muhafaza etmelerine meşruiyet kazandıracaktır. Seçimi bilmem kaçıncı kere kaybetmiş bir genel başkanın “iktidar montaj videolara sarıldı”, “devletin bütün imkânlarını seferber ettiler”, “biz elimizden geldiğinde çok çalıştık” söylemleri ancak bizlerin şu düşünce ve kabulleri ile zemin bulabilir: “Millet cahil n’aparsın”, “Bunlara müstahak, benim tuzum kuru”, “İskandinavya’da olsa hemen kazanacak, çok dürüst bir adam”.
Kırgınlık o kadar kuvvetli bir duygudur ki, onu taşıyana kendisinden başka bir şeyle meşgul olma imkânı bırakmayabilir. Başka deyişle, küstük mü başka bir şey yapmamıza gerek yoktur. Oynamıyoruzdur, işte o kadar. Fakat küskünlüğü bırakmak, yerine yeni bir duygu ve düşünce ikame etmeyi gerektirecektir. Bu, gerçekçi bir iyimserlik olabilir mesela. AK Parti’nin oyunun 2002 seviyesine gerilemesi, Erdoğan’ın ilk kez güvenoyu alamaması, siyasal muhalefetin azımsanamayacak %48’lik bir sonuç üretmesi toplumda “bugün salladıksa yarın indireceğiz” fikrini yeşertebilir. Bitkinlik yerine gelecek duygu tahammülsüz bir talepkârlık da olabilir. “Demokrasi ise önce parti içinde!”, “Kadın kotası anayasadan önce, milletvekili aday listelerine!” istemlerine güçlü bir zemin hazırlanabilir.
Atakoğlu’nun bestesindeki gibi, memleketten yana yaşanan hayal kırıklıklarına karşın tüm umutların yine yeniden ve inançla memlekete bağlanması hali siyasette değişim talep eden genç aktörlerin şu söylemlerine güç olabilir: “Birlikte başardık, yine başarırız”, “değişmeyen tek şey değişimdir”, “aynı şeyleri yaparak farklı sonuç asla beklemeyeceğiz artık”…
Ezcümle, siyasi tarihimizdeki kimler ne kırıcı ne sükutu hayale uğratıcı hadiseler yaşamıştır. Ne Milli Şef İnönü’nün çok partili demokrasiye geçişimizi kansız ve sonradan verilen adıyla “beyaz (bir) devrim” ile gerçekleştirmesi akabinde sandıktan mağlup ayrılması onun için yenilir yutulur bir iştir, ne de Menderes’in sandıkla gelip silahla indirilmesi ve hazin sonu kabul edilebilir bir olaydır. İsmet Paşa nasıl siyasi mücadeleye devam etmişse, Menderes’in izinden gelen sağ liderler nasıl tek yol olarak sandığı göstermiş ise, cumhuriyetin taze kuşakları olan bizler de bu aktörlerin (ve daha nicelerinin) izini takip etmek mecburiyetindeyiz.
Küslerin barıştığı bu bayram gününde, gelin, gerçekleşmemiş hayallerimizle, bu düşü birlikte kurduklarımızla, tüm memleketliyle ve coğrafyamızın bize kader diye bıraktığı bu yaman paradoks ile bir kez daha helalleşelim, barışalım. Ama mukadderatçı bir tavırla değil… Ulu Önder gibi değişimi ilk önce zihninde yaşatan ve daha sonra bunu planlı ve örgütlüce gerçekleştiren ümitvar bir tutumla…
Lafın özü, dargın değiliz, dargın olamayız, dargın olamayacağız…