Bereket, Tanpınar memleketlinin kaderini ne de doğru tespit etmiş! Gün geçmiyor ki onun veciz ifadesini doğrular hadiseler yaşamayalım. Gerçekten de “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor.”
Birkaç haftadır 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’nın heyecanına kendimizi kaptırdık. Gürcistan, Çekya galibiyetleri derken sevincimiz katlandı. Parklarda toplaşıp hep bir ağızdan Tarkan şarkıları söyleyip Türk bayrakları sallayarak maçları seyrettik. Ülkece bir olmak duygusuna da hasret kaldığımız için, Filenin Sultanları’ndan sonra, bu deneyim bize iyi geldi. Fakat Kurtlar Vadisi’nin Polat Alemdar’ı Necati Şaşmaz’ın Gezi Direnişi için yaptığı titiz değerlendirmede (!) işaret ettiği gibi “ülkeye nazar değdi” belki de...
Ne olduysa son 16 maçında oldu. Şampiyonanın gizli favorisi olarak gösterilen Avusturya takımını 2-1 devirdiğimiz maçta, attığı iki gol ile maçın en değerli oyuncusu seçilen 26 yaşındaki stoper Merih Demiral sevincini tribünlere dönüp “bozkurt işareti” yaparak gösterdi.
Hemen ardından şampiyonanın ev sahipliğini yapan Almanya’nın iç işleri bakanı “Aşırı sağcı Türklerin sembollerinin stadyumlarımızda yeri yoktur“ diyerek UEFA’yı yaptırım uygulamaya çağırdı. Nitekim UEFA da Demiral’ın “spor etkinliklerinde sportif olmayan nitelikteki davranışlar sergilediği, futbol sporunun itibarını zedelediği ve genel davranış ilkelerine aykırı davrandığı” gerekçesiyle sporcuya iki maç men cezası verdi.
Bu olaylara karşı Türk kamuoyunun genel tepkisi, farklı semboller kullanarak kutlama yapan futbolculara daha hafif veya hiç ceza verilmemesinden bahisle, “Avrupa’nın iki yüzlülüğü“ ve Merih’in haklılığı üzerinde toplandı.
Meselenin birçok önemli veçhesi var elbette. Spor hukuku ve politikası açısından incelenebilecek UEFA kararı ile uluslararası ilişkiler yönünden değerlendirilebilecek Almanya tepkilerini (Tanpınar’ın işaret ettiği sebepten ötürü) bir kenara koyalım. Milli futbolcu Merih’in maçta bozkurt selamı yapması bir milli beraberlik ülküsü açısından uygun mudur, bu soruya yanıt arayalım.
Bir Sembolün Anlamını Ne Belirler?
Milli topçu bozkurt selamı yapar mıydı yapmaz mıydı belirlemek için ilk olarak bu selamın anlamını tespit etmek gerekir. Fakat tam da burada, çözülmesi icap eden bir düğüm belirir. O da sembollerin anlamını nasıl tayin edeceğimiz sorunudur.
Örneğin, sembolün nerede yapıldığı önemli midir? Ali Sami Yen’de oynanan bir Fenerbahçe derbisinde bir oyuncunun işaret ve serçe parmağını havaya kaldırıp yüzük ve orta parmağıyla başparmağını birleştirmesi ile birebir aynı hareketi Berlin’de oynanan bir Avrupa şampiyonası müsabakasında yapması farklı mıdır?
Veya işareti kullananın maksadı dikkate alınmalı mıdır? Misal, Merih basın toplantısında kendisine yönetilen soruya "Bir gol sevinci vardı aklımda. Onu yaptım. Türklük ile alakalı. Türk olduğum için gurur duyuyorum (...) Çok da mutluyum yaptığımdan dolayı." değil de “Ben Ülkücüyüm. Ülkücü hareketin selamını yaptım.“ dese ya da “Bir anlık heyecan ile tribünde gördüğüm bir harekete aynısı ile karşılık verdim. Belirli bir maksadı yoktu.“ diye açıklasa fark ederdi miydi?
Sonrasında selamın tarihsel bakiyesi önem taşır mı yoksa güncel kullanımı mı esastır? Bozkurt işaretinin kök saldığı ülkücü/milliyetçi ideolojilerin kimi taraftarlarınca geçmişte gerçekleştirilen şiddet eylemleri mi yoksa sembolün bugün özdeşleştirildiği siyasi partinin eylemleri mi bu sembolün anlamında daha çok söz sahibidir?
Kanaatimce tüm bu hususlar elbette ki dikkate alınmalıdır. Bir futbolcunun Türkiye lig maçında bozkurt işareti yapmasının bir MHP/Ülkücü hareket sembolü olduğu kolaylıkla ileri sürülebilecekken, yurt dışında oynanan bir milli maçta bunun “Türklük ile alakalı“ olduğunu beyan etmenin bir zemini olabilecektir. Peki bir sembolün anlamını tayin edebilecek bu ve benzeri değişkenlerin öneminin derecesi nedir? Bana göre esas soru budur. Başka bir deyişle, sembolün yeri, kullanıcısı, güncel anlamı onu mutlak olarak belirleyebilir mi? Hareketin tarihsel bakiyesini silip atabilir mi? Ve bu soruların yanıtı kesinkes evet değil ise, bozkurt işareti - Merih’in dediği gibi - “tüm taraftarın gurur duyacağı” birleştirici bir hareket olabilir mi?
Hangi Milliyetçilik?


UEFA tarafından verilen oyuncu men cezasına karşı çıkanlar, “Bozkurt bir siyasi partinin değil, Türklerin binlerce yıllık sembolüdür“ tezine sarıldı. Ancak burada işaret edilmesinde yarar olan bir husus, bozkurt ile bozkurt selamının bir ve aynı şey olmadığıdır. Nitekim bozkurt selamı en fazla 1990’ların başına kadar geri götürülebilmektedir. Yine de bir an için Merih’in selamını bir Türk milliyetçiliği sembolü olarak nitelendirelim. Bu halde eylem kabul edilebilir olur mu?
Bu noktada hangi milliyetçilikten söz ettiğimizi çözümlemek gerekecektir. Zira Türk milliyetçiliği yekpare bir ideoloji değildir. Salkım salkım pek çok farklı kolu, lehçesi vardır. Misalen:
Ziya Gökalp’in “Vatan ne Türkiye'dir Türklere, ne Türkistan. Vatan, büyük ve müebbet bir ülkedir, Turan!“ sözleri ile somutlaşan ve Türk soyundan gelen tüm Tatar, Azeri, Anadolu Türklerinin birleşmesini hedefleyen bütün-Türkçülük;
Cenk Türküsü’ndeki “Attilâ'nın oğlusun sen unutma! Medeniyet deme, duymaz o sağır; Taş üstünde taş kalmasın durma kır: Kafalarla düz yol olsun her bayır, Attilâ'nın oğlusun sen unutma!“ dizelerinde görüldüğü gibi kin ve intikam izleği hep ön planda olan Osmanlı Türkçülüğü;
Komando, ülkücü, kontrgerilla olarak ifade edilen gayri nizami operasyon örgütlenmeleri;
Irk esasına değil vatandaşlık bağı ve vicdani isteğe dayanan ve İsmet İnönü’nün “Türk olmayı sevmek ve Türk olmayı kabul etmek, Türk milletine mensup olmanın verdiği bütün haklara malik olmak için kafidir.“ sözlerinde öne çıkan yurtseverlik;
“Hep vatan için ölmekten söz etmek yerine, biraz da vatan için yaşamsını bilmeliyiz“ düsturu ile örtüşen merkez sağdaki müspet milliyetçilik,
İlhan Selçuk, Yılmaz Özdil gibi isimlerin kanaat önderliğini yaptığı laik orta sınıfın benimsediği 2000’ler başı AKP ve AB politikalarına karşı duruş alan ve ulus devlet için bir beka mücadelesi gören ulusalcılık…
Görülüyor ki tek bir milliyetçilik yoktur. Aslında çoğumuz “milliyetçilik” denince kendi meşrebimize, dünya görüşümüze uygun olan kısımlarını görüp, geri kalanına dikkat kesilmeyiz. Fakat Türk milliyetçiliği biraz da tüm bunların yekûnüdür. Kanlarını kavanoza doldurup Çanakkale şehitliğini sulamaya giden gençler de milliyetçidir. Bu gençlere Çanakkale dağlarındaki, erozyonla aşınan araziye fidan dikmenin daha vatanseverce bir iş olacağını anlatan Demokrat Parti bakanı Tevfik İleri de...
Bunların hiçbirisi milliyetçilikten söküp atılamaz. Ve günün sonunda, beğenelim beğenmeyelim, milliyetçilik dünyaya çoğu kere etno-politik (yani ırk temelli siyasi) bir yerden bakar. Bunu reddetmek güçtür. Örneğin, Atatürk milliyetçiliğinin, vatandaşlık esasına dayalı modernist ve hümanist bir çizgisi vardır. Ancak aynı görüşün başlıca temsilcilerinden İnönü bir söylevinde “Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız“ da demiştir.
Tüm bunlar ışığında bir etno-politik ideoloji olarak milliyetçilik çağdaş olsa da bana çağcıl görünmemektedir. Oysa milli spor kuşkusuz bir birlik ve beraberlik işidir. 85 milyonun kalbi beraber atacaktır. Samet, Portekiz maçında bizim kaleye gol attığında hep beraber bir of çekeceğiz, Hollanda’ya karşı bizi öne geçirdiğinde ise coşacağız. Türk milliyetçisi, Kürt milliyetçisi, Ülkücüsü, ulusalcısı fark etmeden, Tarkan’ın dediği gibi, milli takımın “yolunda bir olacağız”.
Ancak, ırksal üstünlüğe dayanan yer yer taarruzi bir fikriyatın bozkurt işareti uğurunda bir olabilir miyiz veya olmalı mıyız? Sanmıyorum…
***
Dünkü (6 Temmuz) Hollanda müsabakası ile 2024 Avrupa Futbol Şampiyonası’na ilk 8 takım arasına girerek veda ettik. Göz göze kurduğumuz hayalleri çok değil, bir dört sene için erteliyoruz. 2028’de daha güçlü ve (bu arada) sahada siyaseten daha sorumlu ve vakur olmamız dileği ve elbette bize yaşattıkları tüm güzel duygular için Bizim Çocuklar’a teşekkürlerle…