İnsanın özrü ne zaman kabahatinden büyük olur?
Bu deyimimizin sıkça eşlikçiliğini yapan bir ayıplı fıkranın doğruladığı gibi, bu gaflete çok farklı şekilde düşmek mümkündür. Öyledir; zira iş, bir çuval inciri berbat etmeye geldi mi, insanın mucit yönü bir anda parlayıverebilir.
Bana göre bu işi becermenin (!) bir şekli de, özrü değersiz kılmaktır. Öyle yalandan, öyle yarım ağız bir af dilenir ki, bağışlanmaya yer olmaz.
Geçtiğimiz Cuma günü (16 Ağustos) Prime Video’da yayına giren Arda Turan belgeseli de kanaatimce tam bu sınıfa girecek bir “yüzleşmeyi” sahneye koyuyor. Ünlü topçu ve halkla ilişkiler ekibinin, özellikle son yıllarda şiddet ve kabadayılıkla anılan “Arda Turan” ismini aklama hamlesinin çabasızlığı, sadece bu tasarrufu sonuçsuz bırakmıyor. Kamuoyundan özür dilemesi gereken nice toplumsal figür için çıtayı epey aşağıya koyarak da bir sosyal tehlike arz ediyor.
Hal böyleyken gelin, bu sözde geçmişle hesaplaşma deneyinin muhasebesini yapalım.
“Yüzleşmek” ya da “Yüz Yüze Gelmek”
Çekimleri, arşiv görüntüleri, Gerard Piqué ve Fatih Terim gibi kamera karşısına geçmiş ünlü spor insanları ve izleyiciyi sıkmayan süresi ile “Arda Turan Yüzleşme“, seyri kolay bir belgesel olmuş. Arda’nın doğup büyüdüğü mahalle olan Bayrampaşa’dan yola çıkıyor, hayat yolculuğu onu Ali Sami Yen, Vicente Calderon (Atlético Madrid), Camp Nou (FC Barcelona) ve nihayet Eyüp Stadyumu’na götürürken Arda’yı takip ediyoruz.
Hulasa; adı, iddiası ve kamuoyuna takdim ediliş tarzı olmasa, türünün hoş bir denemesi olarak kayda geçebilecek bir çalışma var karşımızda. Fakat, bir şey kesin ki, Arda burada geçmişiyle yüzleşmiyor. Olsa olsa mazideki kimi olaylarla yüz yüze geldiği söylenebilir. Tartışmak için, onun öz eleştirisini yarım bırakan tutumlarına daha yakından bakalım:
Kök soruna inmiyor: Belgeselde “Arda’nın yanlışları” diye ortaya koyulan eylemlerin çoğu, kendi şiddet eylemleri. Fakat Arda bu konularda kaba kuvvete başvurmakta haksız olduğunu kabul etmenin ötesine geçen herhangi bir değerlendirme yapmıyor. Buz dağının hepimizce görünen yüzünü onun da gördüğünü müjdeliyor. Ne var ki suyun altında olanı (yani davranışların psikolojik/ekonomik/politik ve sair nedenlerini) yüz üstüne çıkarma zahmetine girmiyor. Özüne yönelip, insani olan kırılganlığını ortaya koyacak samimi itiraflarda bulunmuyor. Bu sebeple de izleyici ile bir duygudaşlık yaratmaktan geri kalıyor. Daha vahimi, meseleyi anlamamış ya da anlamazdan gelir görünüyor. Belgeselde yer alan alttaki kare bu tavrı çok güzel özetliyor: “(Çocukça gülerek söylüyor) Ya ne kadar şiddet olayım var benim ya… Vallahi kendimden utandım.“
Fikir jimnastiği için, hatasını çok güçlü bir biçimde kabul ettiği bir ana gidelim. 2015 yılında Hürriyet’e verdiği "Türk ekonomisi çok iyi. Dolarda biraz dalgalanma var. Faizlerin düşmesi gerektiğini düşünüyorum" demeci sorulduğunda Turan, şöyle yanıt veriyor: “[Batırmışım.] Tamamen saçmalamışım. Geri zekalılıktan başka bir şey değil.“ Arda’nın sıkılmadan desteklediği politik kampın terminolojisini kullanarak bir nitelendirme yapmak gerekirse bu açıklama yetmez, ama evet doğru bir yönde bir adım. Kritiğin yetmeyen kısmı ise şu: Arda “saçmaladığını” söylüyor ama politik angajmanını masaya yatırmıyor. Erdoğan ve onun iktidarı ile olan ilişkisini sorgulayıcı bir veçheden ele almadığı müddetçe, bu demeç ile gerçekten yüzleşmesi mümkün değil.
Pişmanlık göstermiyor: Üstelik bunu açıkça (ve belki de pişkince) söylüyor. Sosyal medyada viral olan o diyalogda görüldüğü gibi: “+Pişman mısın? -Değilim. +Yanlış olduğunu düşünüyor musun? -Yanlış.“ Oysa aynı belgeselde konuşan kimi isimler, lafı açıldığında kendi eylemlerine dair olarak pişmanlık belirtip bir nevi öz eleştiri veriyorlar. Örneğin gazeteci Mehmet Aslan. EURO 2016’daki prim krizindeki haberlerinin gerçeği tam olarak yansıtmadığını fark ettikten sonra “pişmanım, itiraf ediyorum“ diyor. Yine öfkesini sıkça gördüğümüz Fatih Terim, bu krizi profesyonel yönetemediği, duygusal hareket ettiğini kabul edecek sözler sarf ediyor. Diğer yanda ise pişman değilim diyen Arda duruyor. Duygularının bu ifadesi, Arda’nın (beyanının aksine) kendiyle hesaplaşmak niyetinde olmadığı fikrini kuvvetlendiriyor.
“O iyi çevresi kötü“ sendromu: Arda’nın, hatalı kararları konusunda suçu etrafındakilere attığını görmüyoruz. Fakat eşinin ve arkadaşlarının bu konudaki sözleri çarpıcı. Aslıhan Doğan Turan, “niteliksiz kalabalık“ olarak tarif ettiği arkadaşlarının Arda’yı kötü yönlendirdiğini ima ediyor. Kusuru Arda dışında bir yerlerde aramak gerektiğine kani olmuş Emre Belezoğlu’nun sözlerine de bakalım: “Biz ülkede sporcuya ne kadar gelişimi adına yatırım yaptık da, Arda Turan’dan bir ODTÜ bir Boğaziçi mezunuymuş gibi her açıklamasında ülkeyi yönlendirecek tavır ve hal, hal diliyle hareket etme bekleyelim“. Bu savunu ile “Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik” serzenişi arasındaki benzerlikler eminim ki farklarından çok daha fazla.
Peki, Arda neden bu işe soyunmuş olabilir? Arda, bugün Eyüpspor’un teknik direktörü. Fakat görünen o ki, arzusu yarın bir büyük kulübün (tercihen Galatasaray’ın) teknik adamı olmak. Bunun için ise, önce büyük emeklerle futbol tarihimize yazdığı, sonra ise kendi elleriyle karaladığı adını temize çekmesi lazım. Bu uğurda kameraların karşısına geçiyor. Bir öz eleştirel belgesel yaptırıyor. Fakat bunun da hakkını vermeye gönlü yok. Nedamet getirmeden, zor soruları ortaya atmadan, sadece öyle demesi gerektiği için “çuvallamışım“ deyip geçiveriyor. Bunu da alay-ı valayla, dört bir yandaki reklam panolarında, sosyal medyadaki onlarca reklamda duyuruyor.
98 dakika geride kaldığında, hah dedim. Bu devri iktidar bittiğinde de tıpkı bunun gibi sözde yüzleşmeler izleriz. Bugünkü iktidar mensuplarının dayandığı duvar çöker. Ancak siyasi beklentileri bitmez. Öyle oldu mu da AKP gömleğini çıkarıp, yeni bir gömlek giymek gerekir. Ondan kolayı mı var? Bir belgesel çek. Bunu çoğunluğun takip ettiği televizyonda değil, bir platformda yayımla. AKP iktidarının ekonomi-politiğine, ideolojisine girmeden, “aldatılmışız, yanılmışız“ de geç…
Erdoğan/AKP iktidarının amaçlarına ulaşmak için başvurduğu, toplum için hazin bir yöntem, kimi değerlerin/kavramların içini boşaltmak oldu. Bizler, bugün ve yarınımız için bunun gibi kavramsal yozlaşmalara geçit vermemeliyiz. Bir kamusal figür, dilimizin nice hazinelerinden birinde ifadesini bulan “yüzleşme“ yoluyla kamuca bağışlanmak istiyorsa, bunun gereklerini yerine getirmelidir. Arda Turan’ın sathi bir şekilde yanlışlarıyla yüz yüze gelmesine, yüzleşme diyemeyiz. Tıpkı yarın da aynı işlere tevessül edecekler için demeyeceğimiz gibi…